Çizgi roman yazarı Steve Niles'ın yazıp Ben Templesmith'in resimlediği 30 Days of Night sadece korku türünün değil, Kuzey Amerika çizgi romanın da en çılgın işleri arasında kabul ediliyor. Niles ve Templesmith arasındaki uyumun çarpıcılığı kısa sürede kitabın uzun soluklu bir seri doğurmasını sağladı. Başkaları ne der bilinmez ama serinin en şık kitabı da içimizi ürperten ilk kitaptı. 30 Days of Night'ı çarpıcı yapan sadece Alaska'nın 30 gün süren karanlığında zavallı kasaba sakinlerini vampirlerle buluşturan yaratıcı hikayesi değildi. Şüphesiz sabah akşam gönüllerince ortalıkta cirit atan vampirler tasarlamak başlı başına rahatsız edici. Fakat Ben Templesmith'in bu hikaye üzerine kurduğu dünya gerçekten inanılmaz. Sanatçının tasarımları siyahın üzerinde fırtınaya tutulmuş soluk renklerden ve canlı kırmızı ve kirli beyazdan oluşuyor. Şüphesiz karın ve kanın rengi diğerlerine göre çok daha belirgin. Üstelik bu çizimlerde ne insanlar ne de ağızları kanlı vampirler o kadar düzgün çizilmiş. Her şey bir kar fırtınasından veya cereyanda kalmış bir zihinden fırlamış gibi.
Beyazperde uyarlamalarına genellikle sıcak bakmayan çizgi roman dünyası ilginç bir şekilde 30 Gün Gece projesini en başından beri destekledi. Şüphesiz bunda yapımcı Sam Raimi'nin ve iyi bir çıkış yapan yönetmen David Slade'in payı büyük. Yine daha da ilginç bir şekilde gösterime çıktıktan sonra da film çizgi roman dünyasından destek almaya devam etti. Tür sinemasına yakın çevreler de filmin başarılı bir vampir filmi olduğunu yazdılar. Neredeyse başlı başına bir türe dönüşen bir çizgi roman serisinden uyarlanan sinema filminin böyle övgüler toplamasının şaşırtıcı olduğunu belirtmek gerek. 30 Gün Gece, Alaska'nın en ucundaki kasabada yaşayan bir avuç insanın nereden geldiği belli olmayan bir grup vampirin saldırısına uğramasını anlatıyor. 30 gün sürecek olan depresif ayın başlamasına saatler kala kasabada bazı tuhaf cinayetler işlenmeye başlıyor. Filmin sarsıntılı bir ayrılıktan yeni çıkan ana kahramanları kalan sağları bir evin çatı katına saklayarak kasabadan kurtuluşun yollarını aramaya başlıyorlar. Bu küçük ama etkili korku filmini başyapıt olmaktan uzaklaştıran ise filmin kasabalı karakterleri. Şerif ve eski eşi arasındaki sevgi-nefret ilişkisi senaristler tarafından daha fazla özen istiyor. Sığınak bölümlerinde de karakterler arasında en azından 28 Gün/Hafta serisinden alışık olduğumuz bir dramatik çatışma göremiyoruz. Slade'in aksiyon merakı karakterleri kısa sürede önemsizleştiriyor. Ortalama oyunculuklar rahatsız etmiyor ama ortada oyunculuk performansı gerektiren bir senaryo olmadığını da eklemek gerek. İşin dramatik yönü belgesel yönü kadar kuvvetli değil. Nekromantik final ise galiba en çok gülümsetiyor.
Vampirli film genelde sevmem ama bu filmi seyrettim ve çokda fazla gerilimli bir film olmadığını düşünüyorum. Son sahne gerçekten ilginçti. Daha iyi olabilirdi...
Bu blog Ahmet Türkan tarafından hazırlanılmış olup Trash Sineması, Giallo filmleri, Dünyadan Fantastik, Korku sineması, B filmleri,Anime,Bilimkurgu,istismar sineması Post Apokaliptik ve zombi kültürü üzerine kurgulanmış bir sitedir. Amacımız özellikle sinema severlerin sevipte hiç biryerde incelemesini bulamadığı filmleri, kısa filmleri ve kitapları incelemektir. Özellikle hiçbir ticari reklama başvurmadan sırf sinema aşkımızdan ötürü açtığımız bir blogdur. Ve hep böyle hizmet edecektir.. Türkçenin doğru kullanımını destekler ve buna dikkat etmeye çalışır. Alt türlere destek veren bir blog olarak bize destek veren herkese ayrıca teşekkürler... Ayrıca yazılarımızı kaynak göstererek yayınlayabilirsiniz.
22 Ağustos 2009 15:46
Vampirli film genelde sevmem ama bu filmi seyrettim ve çokda fazla gerilimli bir film olmadığını düşünüyorum. Son sahne gerçekten ilginçti. Daha iyi olabilirdi...
22 Ağustos 2009 16:28
Evet, ama atmosferi çok başarılıdır.