Yine Taşındık!!
http://mustafaturkan.com artık bizi buradan takip edebilirsiniz. Yakın takipçimiz olursanız seviniriz.Yeni Sitemiz
Karanlıktakiler
Çağan ırmak en sevdiğim yönetmenlerden biridir türkiye'de özellikle onunla ilk tanıştığım filmleri Mustafa Hakkında Herşey'de gerçekten yetenekli bir yönetmen olduğu gördüm basit bir yönetmen değildi. Türkiye'de sayısı azalan sanat filmi çekmeye cesaret edecek az yönetmenden biriydi ve bana kendini sevdirdi. Ondan sonra izlediğim Bana Şans Dile ile de sevgimden birşey kaybetmeyen Çağan Irmak ondan sonra çok yetenekli oyuncu kadrosu ile çektiği Babam ve oğlum onu çok sevdirdi. İnsanları hüzne, sevince boğdu mütevazi havası olan filmiyle beni kendine daha çok bağladı. Sonra eline bir o kadar sevdiğim Kabuslar Evi ile başarısız sayılacak bölümler yarattı. Daha sonraları kazandığı paralar ile artık sanat filmi çekecek kadar cesur olduğunu düşündü. Ve ulak ile şansını denedi bana göre faso çıktı. Son olarak bu sefer kaybettiği paraları başarılı sayılacak hüzünlü biten can acıtan bir aşk hikayesi olan Issız Adam ile tekrar kazandı. Ve şimdi de babam ve oğlum ile başladığı yolculuğu Annem ve Oğlum ile devam ettirecekti. Fakat adını karanlıktakiler olarak değiştirdi. Yeni izlediğim filmini merakla bekliyordum. Ve sevdim... Öncellikle hayatımda Türkiye tanıdığıme en iyi anlatım dili ve senaryo yaratımını Çağan Irmak'ta görmüştüm. Ha bu filmin senaryosu iyi mi daha tartışmak için erken sayılır. Öncellikle konusundan bahsedelim... Egemen (Erdem Akakçe) 30’lu yaşlarını aşmış, bir reklam ajansında ofis boy olarak çalışan ve ilerleyen yaşına rağmen annesi Gülseren (Meral Çetinkaya) ile aynı evde yaşamak zorunda olan genç bir adamdır. Annesinin zihinsel kararmalarıyla geçen bir hayat Egemen için, evlerinin içine gizlenmiş, belki de sadece onlar için hazırlanmış ufak bir cehennem gibidir.Gülseren içinse hayattaki tek varoluş nedenidir Egemen. Gerisi, kendisini hapsettiği evinde yaşadığı bitmeyen bir huzursuzluk ve tedirgin bir ruhtur. Yanında olmasını istediği tek kişi Egemen’dir. Oğlunun kendisinden ayrılmasına dair en ufak bir düşünce bile bir çılgınlık nöbetine girmesi için yeterlidir.Egemen’in tüm hayatını geçirdiği bu cehennemden uzaklaşarak, rahat nefes alabildiği, normal bir hayata yaklaştığı tek yerse çalıştığı reklam şirketidir. İşi sayesinde dış hayatla bir bağ kurmak az da olsa annesinin karanlık dünyasından uzaklaştırır Egemen’i. Öte yandan patronu Umay’a (Derya Alabora) duyduğu ilgi genç adam için büyük bir açmazdır. Annesinin varlığı bu ilgi önünde koca bir engeldir. Çaresizliği artan Egemen iki kadın arasında sıkışıp kalır.Çoğu kişi tarafından Çağan Irmağın en kötü filmi olarak adlandırılabilir fakat karanlıktakiler Çağan Irmağın sürekli gelişen yabancı yönetmenlerin seviyesine ulaştığını gösteriyor. Bizim ülkemizden bir Otomatik portokal, beyaz band ve ölümcül oyunlar çıkacak ve bunu başaracak tek yönetmende Çağan Irmak fakat bizim ülkemiz malesef daha din, din diye ölürse bu sanat filmlerini biraz zor göreceğiz. Çağan Irmağın karakter yaratımı ben Issız Adam'da basit bulmuştum. Fakat burada Egemen karakteri gerek oyuncu gerek o ete kemiğe bürütmüş gülseren karakteride öyle tabii...Aktörün, canlandırdığı karakterin ‘sevgi/nefret’ ya da ‘dahil olma/olamama’ ikilemlerini derinden yaşayan ruh halini yansıtırken gösterdiği azim alkışlanacak cinsten. “Karanlıktakiler”, belki “Babam ve Oğlum” ile “Issız Adam”ın ulaştığı gişe başarılarına kadar gidemeyecek, ama toplumun marjinalleştirdiği karakterlerinin nefes alışlarıyla etkisini hissettirecek gibi görünüyor. Bu film gişe filmi kesinlikle değil 1 milyon izlensene bile ben yine gişe filmi olmadığını söyleyeceğim. Bu film para kazanma amacı yok. Karanlıktakiler aslında şehir hayatının pırıltılı ve heyecanlı olaylarını anlatmadığı başarılı herkesin kendi karanlığına girdiği bir senaryoya sahip yine diyorum bu filmin senaryosuda atmosferide başarılı tabii kitap okumayan Recep İvedik gibi gişe filmi sevenleri filmi anlayavileceklerini sanmıyorum. Yine diyorum kitap okuyan, yorumlayın :) Sağlıksız bir anne-oğul ilişkisinin, acının ve kendini unutmanın dokunaklı hikâyesini anlatmak zordur fakat o başarmıştır. Filmin senaryosunu İstanbul’daki komşularından esinlenerek yazdığını anlatan Çağan Irmak, filmi sayesinde modern bir Türkiye’nin, Akdeniz Türkiye’sinin portresini çiziyor. Ülkesinin büyük değişimler geçirdiğini anlatan yönetmen bu filmin de bu değişime ilişkin kimi öğeler taşıdığını aktarıyor. Kabuslar Evine yakın bir tarz kullanan film gerilim filmi olarak kabul edilebilir. Fakat bir korku filmi değil kesinlikle yanlış anlaşılmamalı bu konu hakkında daha satırlarca konuşabilirim. Film adıda çoğu ülkede değişik Karanlıktakiler, annem ve oğlum, annem deli, ana-oğul... Peki soracaksınız sıkılmadan mı izledin? Hiç sıkılmadan izledim eminim sizde izleyeceksiniz. Fakat bir ıssız adam aramayın sığ denizlerde yüzmeyen fersahlarca yer altında sinir bozucu atmosferiyle size başka şeyler yaşatacak filmlerden biri...
Duyuru
Sayın pek değerli site takipçilerimiz yorumlarınıza adınızıda yazarsanız mutlu oluruz. İsimsiz yorumları bundan sonra değerlendirmeyeceğim. Ayrıca sitemiz bundan böyle burada her türlü filmin incelendiğini söyleyenler oldu. Yeni host ve domaine geçeceğimiz. İçin yeni adresimizde sadece korku ve onun alt türleri ile ilgi yazılar vb. şeyler olacaktır. Şimdilik hepinize iyi günler. Yazar kadrosunda yer almak isterseniz bize dexter_fernando@windowslive.com adresinden ulaşabilirsiniz...Güneşi Gördüm miyop olmuş...
Mahsun Kırmızıgül'ün gerek müziksel altyapısı, gerekse dünya gerçeklerine duyarlılığıyla, alanındaki çoğu isimden ayrı bir yerde durduğu aşikâr. Müzik hayatında dert edindiği konular, şarkı sözlerinin toplumla kurduğu bağlar gibi kilit noktaları sinemasının da yapıtaşları haline getirmeye çalışıyor. Yarattığı her karakteri kartonluktan veya işlevsizlikten kurtarıp, altı doldurulmuş ve toplum hayatının içinden karakterler olarak çizmeye çalıştığını görüyoruz. Kendi topraklarımızdaki hikayeleri sunarak duygularımızı sömürmek konusunda da üstüne fakat bu sefer gerçekten çuvalladı. Yönetmen olunmaz yönetmen doğulur desem ne olacak... Oskarda yarışmaya yollanacak, fakat basit bir dili ve başarısız bir sinema filmi kokusu burnunu deliyor insanın. Fragmanda insanları değişik bir havaya sokan sonra boş çıkan filmleri çeken yönetmenlerden nefret ederim. Mahsun bu yönetmenler arasına kendini sokan birisidir. Konu ve film olarak Beyaz Melek filminin çok gerisinde, her şeyden önce konu tek taraflı, klasik bir kürt bakış açısı, adamlar her evde 6 şar çocuk doguruyorlar, ondan sonra gelsin yaşam mücadelesi, bu 6 çocu köyde olsa pislik içinde büyütülüyor, şehirde olsa birbirini öldürür hale geliyor, yani Mahsun denilen arkadaş konuyu irdelerken Kürt halkının neden hep geri kalmış bir toplum oldugunu irdelerse daha iyi olur. Orhan Pamuk gibi türkiye'yi kötüleyerek ödül alacağına güvenmiş olmalılar jüriler. Ya da sinemadan anlamayan insanlar demek doğru olacak...Mahsun Kırmızıgül'e birisinin gerçeği söylemesi gerekiyor. Beyaz Melek'la New York'ta ödül alması da gerçeği değiştirmiyor: filmi beraber çektiği insanlar istediği kadar kendisi için çok güzel öykü anlatıyor desin, bu iddia bu film söz konusu olduğu sürece asla gerçek değil. Beni en çok düşündüren şeylerden birisi Mahsun Kırmızıgül'ün aslında hala arabesk bir yapısının olduğunu görmek oldu. Şık ve güzel görüntülü filmlerle anlatılan öyküler arabesk öykülerin bir kaç kat iyisi olarak görünüyor. Basında medyada haftalarca göklere çıkartıldı kırmızıgül. Maden böyle politik bir film sokmak istiyorsunuz. Mommo var hemde bağımsız 0 bütçe ile çekilmiş bir film güneşi gördüm'ün seçilmesi bağımsız yapımları yapacak yönetmenlerin gözünü korkutmaktan başka birşey değil hani...Bir gişe filminin oraya gitmesini asla kabul etmem.
Durmadan mesaj kaygısına giren filmlerden biri tamam mesaj verebilirsin. Ama bunu insanın gözüne sokarak vermenin anlamı nedir anladım. Bence şarkıcılığa devam et müziklerini dinleyelim fakat filmini asla izlemeyelim. Evet mahsun sana gıcıklığımdan bu yorumu yapıyorum.
Film kalitesi olarak değerlendirmeye almaya dahi gerek olunmayacak bir film. Filmde öyle sahneler varki gidip kendinize kahve alıp gelseniz hiçbir şey kaçırmayacağınız kadar sıkıcı. Dizi filmler kalitesinde tartışacak olsak çoğu dizi film daha başarılı.. Senaryo olarak değerlendirmeye alacak olsak bu konu Türkiye'de işlenmeyi bekleyen en hazır hammadde. Peki Mahsun K. bu hammaddeyi nasıl işlemiş diye bakarsak; eline yüzüne bulaştırmış demeyi isterdim ama maalesef Mahsun K. tam anlamıyla pragmatik bir açıyla konuyu ele alıp tam bir ortayolcu mantığıyla filmi bitirmiş. Ha daha iyi olabilir miydi? Olabilirdi, mahsun çok güzelde başarmamış bu işi. Tamam yani bu filmi izleyen vahil bir "hadi ülkemizde iş yok. Norveçli olalım" mesajını alabilir. Böyle bir riske girmeye gerek yok.İzlediğime izleyeceğime bin pişman oldum desem yalan olmaz. Yani insanların gözünü harika boğuyor bir teröriste şehit demesini anlamayan bir halkımızın olması ne güzel bir durum değil mi? Töbee, töbee... Bu filmlerle sinemamız bir arpa boyu yol alamaz. Suya sabuna dokunmadan terörü destekleyip, sonrada insan hakları savunuculuğuna soyunan avrupa ülkelerini cennetmiş gibi gösterip yerlere göklere sığdıramaması mı, yoksa sehitlerimizle teroristleri aynı kefeye koyması mı , hangisi daha rahatsız edici. Bunları tek farkeden ben değilimdir umarım. Film hem estetik hem de dramaturji açısından tam anlamı ile çok zayıf. Neresinden tutup neresinden düzeltsek diye kalakalıyorsunuz. Burada baştan başa bölge sorunlarını yazmak istemiyorum ama bölge sahnelerinin özellikle asker-halk ilişkisinin bu kadar sevecen olamayacağı her halde çok aşikârdır. Bunun gibi birçok tema aslında olduğundan çok daha "mahsun" ve masum gösterilmiş. Mahsun Kırmızıgül'ün tavrı yaşananları yalın bir gerçeklikle anlatmaktan çok öte, aslında tam bir işgüzarlık. Filmde ne şiş yansın ne kebap anlayışı ile işin içinden çıkılmaya çalışılmış. Taraflara çok dokunmadan ve çözüme dair en ufak bir şey önerme cesareti göstermeden bol acılı, bol ajitasyonlu, bol mesaj kaygılı, üstüne üstülük bir anda bir çok konuyu işlemeye çalışıp ama hiç bir yere varamayan bir film yapılmış.
Doğu'da yaşayan eşcinsel insanların yaşamları büyük kentlerde yaşayanlarınkinden daha acılı ve daha trajik. Bunu anlattığı için ödül alacağına inanan bir jüri olsa gerek yani sanki sadece içinde eş cinsel temalı filmler ödülleri topluyorlar. Halen buna inanıyorsak daha çok medeniyet lazım bize... Güneşi gördüm anlaşılan güneşi tam göremeyen bir film olmuş. "Güneşi Gördüm köyde başlayan, İstanbul ve Norveç'te devam eden hikayesinde köy hayatını ele alırken herhangi bir TV dizisinde rastlayabileceğimiz bir anlatım tarzı ve içeriği tutturuyor. Kadın-erkek-çocuk ayrımı, terör sorunu gibi konularda kanıksanmış görüşleri tekrarlıyor. Eğer benim gibi mahsun kırmızı gülsü yönetmenleri içinize sindiremiyorsanız. Ve karamsarlıklarla dolu taraflı politik filmlerden haz almıyorsanız kesinlikle tavsiye etmiyorum. Kimse izlemesin, hatta bu filmi yok edin. Güneşi gördüm lütfen güneşi gör miyop... Müzikleri dışında boş bir film vakit kaybı izlemeyin olmaz olsun böyle film. 3 maymun yarışmalı oskarda... Güneşi görsen bile oskarı göremezsin...
Son Veda
(30 Eylül 2009) Filmin Akademi Ödülleri'ndeki başarısı yanısıra daha birçok festivalden de ödülleri var.
Filmin bugüne kadar aldığı ödüllerin listesi:
Akademi Ödülü ® Sahibi – En İyi Yabancı Film
32. Japonya Akademisi ödüllerinde 10 dalda ödül sahibi- En iyi Film, Yönetmen, Erkek Oyuncu, Yardımcı Erkek Oyuncu, Yardımcı Kadın Oyuncu, Senaryo, Görüntü Yönetmenliği, Işıklandırma, Sanat Yönetimi, Ses, Kurgu
32. Montreal World Film Festival- Grand Prix des Amerique Galibi
Altın Horoz Ödülü Sahibi – En İyi Film, Yönetmen, Erkek Oyuncu (Çin Akademi Ödülleri)
28. Hawaii Film Festivali Galibi – İzleyici Ödülü
Melbourne ve Sydney Japon Filmleri Festivali – Kapanış Filmi
20. Geleneksel Palm Springs Uluslararası Film Festivali’nde İzleyici Ödülü sahibi – En İyi Kurgusal Film
Nikkan Sports Film Ödülü Sahibi – En İyi Yönetmen, En İyi Film
Hochi Film Ödülü Sahibi – En İyi Film
Kinema Jumpo Galibi – Yılın 1 numaralı filmi, En İyi Yönetmen, Senaryo, Erkek Oyuncu
51. Mavi Kurdele Ödülleri – En İyi Erkek Oyuncu
Elan d'or Ödülü Sahibi – En İyi Film, En İyi Yapımcı
Mainichi Film Ödülleri – En İyi Japon Filmi, En İyi Ses Kurgusu
Film Japonya ve Denizaşırı ülkelerdeki eleştirmenlerden de olumlu yorumlar aldı!
-- “Film alışılmamış ve eşsiz bir konuyu alıyor ancak zarafet ve mizahla işliyor. Muhteşem bir sanat eseri; bu filmi çektiği için Yojiro Takita’ya büyük hayranlık duyuyorum.”
Mark Rydell ( Juri Başkanı / Montreal Dünya Film Festivali)
-- "Japon kültürünün bu ayrıntılı ayini içerdiğini keşfetmek beni çok şaşırttı…Bu ayin dinin ve sonunda kültürün ötesine geçiyor. Ölümlülüğümüzün ve insan ilişkilerinin kısalığının farkında olan sosyal varlıklar olan bizlerin en temel, evrensel sorunlarına temas ediyor.”
--"’Okuribito (Son Veda)’ izlediğim filmler içinde en iyilerinden biri. Filmlerin en iyi yaptığı şeyi yaparak belli bir insan deneyiminin ve karakterlerle izleyici arasında akan duyguların dünyasına kapı açıyor ve hayatı daha da görkemli kılıyor.”
-- "Bu dünyada yaşayan herkesin böyle bir filmi izlemesi gerek. Sonunda, herkes ölür… ama umarız gönderilişimiz böyle olur.”
-- "Merhaba – Ne zamandır görüşmüyoruz – Hoşça kal – Görüşürüz --- bu film bize günlük yaşamımızdaki bu sözlerin önemini hatırlatıyor… Böyle bir filmi keşfettiğim için çok mutluyum.”
Tabuta koymadan önce ölü bedenlerin törensel hazırlıkları üzerinde çalışan kişinin hikayesinin anlatıldığı filmin başrol oyuncusu Masahiro Motoki ile film üzerine yapılan söyleşi Beyazperde'de!
En vahşi Filmler
www.filmschoolrejects.com sitesinde yayınlanan listeye göre sinema tarihinin en vahşi 10 filmi şöyle sıralandı:
“The Texas Chain Saw Massacre-Teksas Katliamı/1974¨ (Tobe Hooper),
“Hostel-Otel/2006¨ (Eli Roth),
“Haute Tension-Yüksek Tansiyon/2003¨ (Alexandre Aja),
“The Last House on the Left-Soldaki Ev/1972¨ (Wes Craven),
“I Spit on Your Grave-Mezarına Tüküreceğim/1978¨ (Meir Zarchi),
“A Clockwork Orange-Otomatik Portakal/1971¨ (Stanley Kubrick),
“Saw-Testere/2004¨ (James Wan),
“Cannibal Holocaust-Yamyamlar Cehennemi/1980¨ (Ruggero Deodato),
“Two Thousand Maniacs-İki Bin Manyak/1964¨ (Herschell Gordon Lewis) ve
“The Hills Have Eyes-Tepenin Gözleri/2006¨ (Alexandre Aja).
Yönetmen Tobe Hooper’ın ikinci filmi olan 1974 yapımı “Teksas Katliamı”, görsel anlamda vahşi şiddet yüklü bir film. Filmde, beş kurban yamyam bir ailenin eline düşer. Bu film zamanında yasaklanmıştı. Elinde elektrikli testereyle sürekli birilerini kovalayan aile testereyle insanları biçiyor. Eli Roth’un yönettiği yeni tarihli “Hostel-Otel” filminde vahşi işkence sahneleri vardı. Film, Slovakya’da geçiyor. Listede genç Fransız yönetmen iki filmiyle yer alıyor. İlki 2003 yapımı “Yüksek Tansiyon” filmi. Bu film yasaklanmıştı. Dean R. Koontz’un “Intensty” adlı romanından uyarlanan filmin şiddet düzeyi çok sarsıcı.
Aja’nın listedeki diğer filmi “Tepenin Gözleri” filmi. Bu filmde şiddet öyle sert ki, yer yer bu şiddetten dolayı insan perdeye bakmakta zorlanıyor. New Mexico çöllerinde geçen hikayede kanlar neredeyse kameraya yapışıyor Aja’nın filminde. Çağdaş korku sinemasının önemli adlarından Wes Craven’ın ilk filmi olan 1972 yapımı “Soldaki Ev”de, bir grup katil kızları kesip biçiyor filmde. İşkence, tecavüz ve şiddetin her türlüsü bir gece boyunca sürüyor.
Meir Zarchi’nin 1978 yapımı “Mezarına Tüküreceğim” için şiddet sinemasının “kült” filmlerinden deniliyor. Dört adam tarafından alıkonulup tecavüze uğrayan bir kadının, olaydan sonra kaçmayıp tek tek bu adamları öldürmesi üzerine kurulu. Beyazperdede görülebilecek en şiddet yüklü sahneleri içeriyor film. Kadın, bu adamları silahla tek vuruşta öldürmüyor. Çünkü bunu hak etmiyorlar ve intikam soğuk yenen bir yemek. Elbette seyircinin midesi kaldıramıyor filmdeki birçok sahneyi.
Stanley Kubrick’in 1971'de Anthony Burgess’ın romanından uyarladığı “Otomatik Portakal”, şiddeti iki taraflı gösteriyor. Önce birey, sonra devletin şiddeti yansıyor perdeye. Her ikisi de vahşice. Alex, Beethoven’ın “9. Senfonisi”ni dinleyerek şiddet saçıyordu “Otomatik Portakal”da. James Wan’ın yönettiği “Testere”de birbirini tanımayan iki adam, pis bir banyoda zincirlenmiş olarak uyanırlar. Manyak bir adamın kurbanı olduklarını hemen anlarlar çok geçmeden. Ardından şiddet uç noktalara ulaşıyor filmde. “Testere”yle ilk yönetmenlik deneyimini gerçekleştiren Wan, bu filminin sinema tarihinin en iyi korku filmi olduğunu söylüyor.
İtalyan Ruggero Deodato’nun “Yamyamlar Cehennemi” filminde hayvanlar diri diri kesiliyorlar. Bu yüzden film yasaklanmış. Kaplumbağalar canlıyken kabuğu çıkartılıyor ve içi deşiliyor. Tecavüzler, kazığa oturtmalar, insan deşme görüntüleri, çürümüş ölü insan bedenleri vs. Herschell Gordon Lewis’in 1964 yapımı “İki Bin Manyak” da döneminin korkutucu filmlerinden biri olarak değerlendiriliyor.