7. Ödül

17:06 Gönderen dexter_fernando

Demek ki çok yaratıcı bir blogum ödüller devam ediyor. Lütfen beni şımartmaya devam edin. Neska arkadaşıma ödülü için teşekkür ederim. Sonra yeni sitemi malesef adını gerilim hattı yapamayacağım kullanıyor. Bana yaratıcı isimler söyler misiniz? Yardımlarınız için şimdiden teşekkürler :)
Ben bu mim'i bir kaç kişiye daha yollayacağım.
1- HErbirşey'e gidiyor ödül...
2-Sigara'dan ağzı yananlar
3-Bettra
4-Deuss Ex Machina
5-Mehbup
6-Blog Dergisi
7- Neslihan'a yolluyorum...

The Hitcher

19:16 Gönderen dexter_fernando


Üniversite öğrencisi iki sevgili, Grace Andrews (Sophia Bush) ve Jim Halsey (Zachary Knighton), sömestr tatilinde 1970 model Oldsmobile 442 ile heyecanlı bir seyahate çıkmaya karar verirler. Ancak bu eğlenceli ve heyecanlı seyahat, gizemli otostopçu John Ryder’ı (Sean Bean) arabalarına almalarıyla korkunç bir kabusa dönüşecektir. Grace ve Jim’i, Ryder ile ilk karşılaşmalarından itibaren giderek artan korku dolu anlar beklemektedir ve Ryder’ın kurduğu tuzaklara karşı cesurca savaşmak zorundadırlar. Ancak Ryder’ın iki sevgiliyi vahşice öldürmek için yaptığı planlar neredeyse sonuca ulaşmak üzeredir ve kana bulanan otoyolda sadece iki sevgili ve otostopçu arasında değil, New Mexico Bölge Polisi Esteridge’in (Neal McDonough) de dahil olduğu bir ölüm kalım savaşı başlar. Grace ve Jim korkularını bir tarafa bırakarak hayatları için savaşmak zorundadırlar. Konusu baştan yazdığım filmlere iyi yorumlar yaparım. Ama bu filme ne kadar iyi yorum yapacağım ben bile emin değilim çünkü ne kadar gerilimin hiç düşmediği bir filmde olsa ilki kadar kendini bize sevdirmeyecek bir remake olarak kalacak yine de ben korku filmi izlemeyi çok seviyorum diyorsanız sizi akşam evinizde mutlu edecek filmlerden biri otostopçu.Filmin her saniyesinde bir gerilim var,tamam bu yönden sizi etkisi altına alıyor... Fakat film öyle bir tempoda gidiyor ki,hep bir gizem varmış gibi,yani bekliyorsunuz sonunda hiç beklemediğiniz bir şey olacak falan ama hiçte öyle bitmeyip çok basit şekilde sonlanıyor. Yani en azından finali daha şaşırtıcı şekilde sonlanmalı idi,yoksa hep bildiğimiz gerilim türü şeyler... Ne kadar ilk filmin hikayesini bilsem ve ilk filmi izleyip sevsemde keşke sonu daha değişik olsaydı diyorum. Bu yüzden bu filmi aldım. Belki ilk filmin eksikleri düzeltilir diye ama sadece vahşet gösterisini bir adım öne götürmeye çalışmışlar. Bunun dışında oyunculuklar çok güzel katil rolünü oynayan aktör bu rol için çalışmış. Hiç eksiği yok sonu daha güzel olsaydı. Bu oyunculuklarda boşa harcanmazdı. 1986 yılında yapılan"Otostopçu" filminin baş rolündeki kahraman 1 erkek'ti. *2007 yılında yapılan "Otostopçu" filminin baş rolündeki kahramanı ise 1 kız'dı. *1986 yılında yapılan "Otostopçu" filminde baş rol oyuncusu 1 cafede tanıştığı kız ile kaçan ve kovalananlardı. *2007 yılında yapılan "Otostopçu" filminde baş rol oyuncusu olan kızın sevgilisi olan erkekle film seyrini devam ettirdi. *1986 yılında yapılan "Otostopçu" filminde finalinde 2 tır arasında ellerinden ve ayak bileklerinden bağlanan kişi başrol oyuncusunun cafede tanıştığı kız arkadaşı idi. *2007 yılında yapılan "Otostopçu" filminin finalinde 2 tır arasında ellerinden ve ayak bileklerinden bağlanan kişi başrol oyuncusunun birlikte yola çıktığı erkek arkadaşı idi. *Ve son 1 dipnot her 2 film de her ne kadar oyuncular farklı olsa da filmin geçtiği bütün sahneler hep aynı bölge idi. Dipnotlarda belirtiğim gibi bu kızın kullanımı gayet iyi çünkü gerilim artıracak bir değişim olmuş. Oraya bir erkek yerleştirilseydi. Daha güçlü bir karakter olurdu. Ama bu kadın karakter zayıf fakat azimli bir karakter onun başına gelecekleri daha çok merak ediyoruz. Sonuçta bir kadın olarak şiddette uğraması kötü bir durum olduğundan eminim ki katilin tarafını tutmuyorsunuz. Bu da filmdeki karakter ile kendinizi özdeşleşmenize yardımcı oluyor. Şüphesiz yol filmleri çekilmeye devam edecek ve şüphesiz biz onları yine izleyecek ve çoğunu da seveceğiz. Kim bilir, belki de ileride, bu filmlerin neden bizde ayrı bir yeri olduğunun sebebini buluruz… Otostopçu başarılı yol filmlerinden biri kesinlikle zaman kaybı değil fakat kesinlikle harika bir filmde değil.
"Yolculuk sadece birinin hayatında bir metafordur ve birinin hayatı sadece bir yolculuktur. Yolculuk filmleri en eski hikaye formlarından biridir.Homer'in Odyssey yolculuğu gibi tıpkı." Diyor Jim Jarmusch. Haklılığı su götürmez bir gerçek. Yol filmleri kesinlikle ilgi çekici filmler... Teksas Katliamı havası verecek mekanlar, sapık havası verecek bir katil.

J.L. Godard'ın Son Filmi 'Socialisme'den Görüntüler

13:05 Gönderen dexter_fernando

GODARD SOCIALISM from fabrizio del dongo on Vimeo.

Leos Carax'ın Son Filmi 'Tokyo'nun Fragmanı

12:59 Gönderen dexter_fernando

TOKYO! The Official Movie Trailer - Michel Gondry, Leos Carax and Bong Joon-ho from micfsk on Vimeo.

Kunio Kato'nun 'The Diary of Tortov Roddle' İsimli Filmi

18:42 Gönderen dexter_fernando

Kunio Kato'nun 'The Apple Incident' İsimli Filmi

18:41 Gönderen dexter_fernando

Not: Seni Seviyorum

14:33 Gönderen dexter_fernando


Yönetmenliğini Richard LaGravenese'in yaptığı Cecilia Ahern'in aynı adlı romanından ('P.S. I Love You') uyarlanan "Not:Seni Seviyorum", aşkın insan hayatındaki ölümsüz yerine değinen tipik bir romantik film. Hem komik, hem hüzünlü… Sizi güldürürken hüzünlendiren, hüzünlendirirken birden kahkahalarla gülmenizi sağlayan hoş anlar barındırıyor içinde. Üstelik İrlanda'nın yemyeşil doğa görüntülerine yer vererek mekân çalışmasıyla da izleyenlerin gözlerine ve duygularına hitap etmeyi biliyor. Film adını, Gerry'nin Holly'ye yazdığı ve belirli aralıklarla Holly'ye ulaşan mektupların son notundan alıyor. Gerry, Holly'ye yazdığı mektuplarda geçmişleriyle, hissettikleriyle ilgili duygularını anlatıp, Holly'den yapmasını istediği şeyleri söyledikten sonra hep not düşüyor mektubun son satırına; "seni seviyorum" diye. Bu mektupların neden yazıldığını filmin gelişimini açık etmemek için detaylı olarak yazmıyoruz. Ancak Holly'nin bu mektuplardan öğrendiği şeyler çok önemli: yeniden yaşama sarılmak ve kendi hayatına sahip çıkmayı kabullenmek… Bu yönüyle mektupların amacına ulaştığını söylemek mümkün. Burada özellikle geri planda kalan ama kızının hayatında etkin bir rolü olan anneyi anmamız gerek. Anne Patricia rolüyle Kathy Bates, filmin hoşluklarından biri.
Filmde bir güzel mesajda; ölümün her zaman yanı başımızda olduğu, birden tüm bu rüyanın bitebileceği, hazırlıklı olmamız gerektiği anlatırken, “Gerry” karakteriyle de,
Ölümün, aşk-sevgi gibi manaların yanında önemsizleştiğini bir insanın-sevgilinin ölüme giderken, ölümü hiç düşünmeyip arkasında bıraktığı yakını- sevgilisi için duyduğu kaygısını,sorumluluğu geride kalanın mutlu olması için yaptığı çabayı bize göstererek işte sevginin ve aşkın tanımı diyor. Ask adına hepimizin hayatında olmasi gereken boyutuyla ve gercekçi bir bakış açısıyla ele alınış bir film. Hillary Swank her zamanki gibi bebeksi yüzüyle beraber çok iyi bir oyunculuk çıkarmış. Beni şaşırtan ise Gerry Buttler'in bu saate kadar keşfedilmemiş olmasıydı. çok iyi bir sahne ışığı ve pozitif bir görüntüsü vardi film boyunca. En duygusal anınızda bile size güç veren bir adamı iyi canlandırmıs. Aşka halen inanıyorsanız izlemeniz lazım. Daha çok genç bayanlara hitap eden bir filmde olsa gerçek aşkı güzel yansıtan başarılı bir film olduğu için erkeklerede hitap eder. En iyisi sevgilinizi ya da eşinizi alın açın ve romantik dakikalara dalın. Tavsiyemdir eşimle birlikte sıkılmadan izledik.

6. Ödül

20:50 Gönderen dexter_fernando

http://4.bp.blogspot.com/_9grQOhcE0V8/SpUGYenHedI/AAAAAAAAASk/tOrf3SQ8sAo/s320/kreativ.jpg
Sonunda 6. ödülümde geldi. Bana şimdiye kadar ödül veren arkadaşların hepsine teşekkür ediyorum. Ayrıca böyle bir konu açmışken size mutlu bir haberide vermek istiyorum. Zombilerim ve ben yeni bir domain ve hosta taşınma kararı aldık. Biliyorum hepinizi çok seviyorum. Eminim sizde beni seviyorsunuz. Ama unutmayın ayrılmayacağız ki yine beni takip edeceğinizi biliyorum. Edeceksiniz değil mi? :( Neyse sitenin ismi olarak gerilimhattı iyi olacak diyoruz. Oğlumun tavsiyesi üzerine... Tabii sizlerinde fikirlerini öğrenmek isterim. Tema olarak Revolution Two Lifestyle temasını temel olarak alacağım. Bunun dışında sitemizin hizmetleri ve misyonları değişmeden devam edecek ancak yazar kadromuz olacak. Şu an bize kadir, Bettra, Fatih ve Benay arkadaşım yardım edeceğini ve yazarlar kadrosunda olacağını söyledi. Sizde istiyorsanız konu altına yorum yaparsanız memnun olurum. Genellikle korku sineması ve korku edebiyatı üzerine yazacağız. Unutmadan İçten Chan arkadaşımıza da korku animelerinle ilgili yazacağı için şimdiden teşekkür ederim. Son olarak yeni domaine geçince bağlantılarına ekleyen arkadaşlar yeni adresime de yer verirlerse sevinirim. Bu mimi daha önce yollamadığım bir kaç adrese daha yollayacağım...

1-Şeker kokulu Doğa
2- İçten Chan
3-Paranoyak Satırlar
4- Pisikopatın İtirafları
5- İyi Kötü Film
6-Sinema haber ve Kritikleri
7- Fikrin Ne?






2012'den Dehşet Sahneler

16:56 Gönderen dexter_fernando

Mayaların takvimine göre dünyanın sonuna 1211 gün kaldı!

(27 Ağustos 2009) 21 Aralık 2012'de kıyametin kopacağına inanan Maya inanışından yola çıkılarak yapılan film 2012'nin de -21 Aralık 2012'ye bu kadar az zaman kalmışken- vizyona girme tarihi yaklaşıyor. 13 Kasım'da Amerika'da vizyona girecek filmin, çeşitli görselleri dağıtılmaya başlandı. Yalnız bu korkutucu görüntüler nefesinizi kesebilir!

Birinci afişte Rio de Janeiro'daki Christ The Redeemer Statue'nün (Koruyucu İsa Heykeli) yıkılışının tasviri yapılmıi. İkinci afişte, şimdiye kadar oluşan en büyük tsunami ile çok büyük bir uçak gemisi olan 'USS John F. Kennedy'nin Washington D.C.'deki White House'u yok etmek üzere olduğu görüntü var. (Dipnot düşersek, White House'un uzunluğu 168 fitken, bahsedilen uçak gemisinin boyutu 1000 fittir.) 3. afişse Los Angeles'ın yok olduğunun kanıtıdır.

2012'ye dair Maya inanışı her çevrede tartışmalara sebep olurken, Roland Emmerich'in 2012 yorumunu sabırsızlıkla bekliyoruz.

The Fourth Kid

13:44 Gönderen dexter_fernando

Pater Sparrow'un 'Limit' İsimli Filmi

21:53 Gönderen dexter_fernando

LIMIT by pater sparrow from endandend on Vimeo.

Pater Sparrow'un 'T?ick' İsimli Filmi

21:52 Gönderen dexter_fernando

T?ICK by pater sparrow from endandend on Vimeo.

Hannıbal Doğuyor

21:14 Gönderen dexter_fernando


İlk olarak Michael Mann ‘in 1986 tarihli “Manhunter”i ile sinemayla haşır neşir olan Hannıbal Lecter, daha sonra 1991-2002 tarihleri arasında Anthony Hopkins suretinde beyazperde de en parlak dönemini yaşamıştı. Bu kez karsimizda, yapımcı Dino De Laurentis’in ısmarlaması üzerine yazılmıs bir romandan yapilmis sinema uyarlaması var. Yani romanın beyazperdeye uyarlanması icin Thomas Harris’ten böyle bir doğuş hikayesi yazmasi istenmiş. Lecter’in doğuşunu karşımıza getiren “Hannibal Rising”, kuskusuz ki sinema tarihinin bu en vahşi seri katilinin nasıl bir çocukluk geçirip, nasil bir ruh haliyle büyüdügünü görmemiz için büyük bir fırsat. "inci Küpeli Kız”dan aşina olduğumuz yönetmen Peter Webber’in, o filmindeki ışık kullanımı ve görselligi fazlasıyla andıran sinematografisi ile büyüleyen film, Lecter’in şaşırtıcı eğilimlerini (samuray felsefesine yakınlığı gibi) karşımıza getirirken, aslında herşeyin bir intikamla başladığını da öğrenmemizi sağlıyor. Ancak ister istemez Hopkins’in Lecter yorumu ve önceki filmlerin etkisi, bunun yanında genc Lecter’in buradaki intikam duygusunun tüm filme yayılıp filmi tek bir kelimeyle özetleyebilecek kadar düz bir yapıya oturtması ister istemez “Hannibal Rising”e bir parça mesafeli bakmamızı sağlıyor. Ayrıca kişisel olarak kanımca olgun Lecter’in ağzindan dökülen o essiz tanımlamalar ve cümleleri burada cok aradım doğrusu. Genç oyuncu Gaspard Ulliel elinden geldiğince genç Lecter’a hayat vermekte basarılı (özellikle sesini iyi kullanıyor. Güzeller güzeli Gong Li bir kez daha büyülüyor, Rhys Ifans ise akıllarda kalıcı bir kötü adam kompozisyonu sunuyor. Kendi başına bakarsak fena bir film değil.Fakat diğer Hannibal filmleri ile kıyasladığımızda ve o filmlerin bir devamı olarak düşündüğümüzde bence çok sönük kalıyor."Kabalık asla affedilmez bir şeydir" mantığıyla hareket eden ve kurbanlarını kaba davranışlı,küstah ve saygısız insanlardan seçen yamyam Dr.Hannibal Lectar'ın Fransa'da tıp okuduğu gençlik yıllarına değişik bir bakış açısı ama kesinlikle sıradan bir intikam hikayesi olarak havada kalıyor. Diğer serilerden hatırlarsınız Lectar son derece entellektüel, kibar, nazik, fazlasıyla zeki,kurnaz, bilgili,kültürlü, bir bakışta insanın içini okuyabilen, yalan söyledi mi hemen anlayan,hem bir cerrah hem de bir psikiyatrist olan Hannibal aynı zamanda bir cani, bir deli ve bir psikopattı. Hannibal Lectar kabalıktan hiç hoşlanmıyor ve acıktığı zaman küstah ve kaba insanları yemeyi tercih ediyordu. Serinin bu son halkasında-ki hikayenin başlangıcı oluyor-genç Lectar'ın intikam ateşiyle yanıp tutuştuğunu görüyoruz. Hannibal aç kalmamak için kardeşini gözleri önünde yiyen savaş suçlularından teker teker acı bir şekilde intikam alıyor. Bütün bunlar olurken izleyici olarak bizler Lectar'a hak bile veriyoruz. Özellikle bu bölümde Hannibal'ın bir seri katil olduğunu bilsekde onu bir cani olarak görmüyoruz ne yazık ki. Hannibal rolüyle karşımıza çıkan Gaspard Ulliel usta oyuncu Anthony Hopkins'den devraldığı bu rölü başaryla canlandırmış doğrusu. Tıpkı Hopkins gibi o da gülüşüyle ,mimikleriyle, ağır aksanıyla neredeyse ondan aşağı kalmamış. Litvanya'da Sovyet yetimhanesinde kalan on altı yaşındaki Hannibal Lecter yetimhanedeki arkadaşlarıyla anlaşamamaktadır. Geceleri kız kardeşiyle ilgili korkunç kâbuslar gören Hannibal sonunda yetimhaneden kaçar ve amcasının yaşadığı Paris'e gider. Hannibal, Lecter Şatosu'na geldiğinde amcasının ölmüş olduğunu keşfeder. Amcasının dul eşi Murasaki Shibuku ona evini açar ve bu gizemli kadın onu, yemek, müzik ve resim hakkında eğitir. Fakat Hannibal bir türlü onu kovalayan geçmişinden ve gördüğü korkunç kâbuslardan kurtulamamaktadır. Tıp eğitimi almaya başlayan Hannibal kâbuslarında gördüğü savaş suçlularını aramaya karar verir. Tek bir amacı vardır. Açlıktan ölmemek için gözleri önünde küçük kız kardeşini yiyen adamlardan intikam almak... Sinemada şiddet, seyirci tarafından iyice kanıksanır hale geldi artık. Cinayetler, kabul edilebilir gerekçeleri olduktan sonra, izleyen üzerinde ille de rahatsızlık yaratmıyorlar. Anlaşılabilir bir gerekçeyle cinayetler işleyen bu adamın öyküsü, bize karşımızdakinin caniliğini unutturuyor. Hannibal Doğuyor, yanlış ata oynuyor. Biz, Doktor Lecter'ı hiçbir zaman "sevmedik"; ondan sadece etkilendik. Açıklaması olmayan ve son derece güçlü bir kötülüğün temsilcisiydi. Şüphesiz karizmatikti ve karizmatik kötü adamlar, sinemada her zaman etkileyici olmuşlardır. Onların öykülerini izlemeyi severiz. Ama onların kendilerini sevmeyiz. Nasıl o hale geldiklerini bilmek isteyebiliriz ama onları anlamak ya da kendince haklı görmek de istemeyiz. Bugüne kadar keyfi cinayetler işlediğini defalarca görmüş olduğumuz bir karakteri, intikam peşindeki bir kurban olarak sunmak, bu seri için yanlış bir adım. Miti yerle bir edebilecek bir adım.

School Of The Dead

16:05 Gönderen dexter_fernando

School of The Dead Trailer from Brooklynbound on Vimeo.

J'attendrai le Suivant

13:00 Gönderen dexter_fernando


J'attendrai Le Suivant... - Funny blooper videos are here

Nükleer Santrale Sinemasal Sorgulamalar

21:41 Gönderen dexter_fernando

Mersin Sinema Derneği Akkuyu'da yapımı planlanan nükleer santrali sinema diliyle sorguluyor. Akkuyu nükleer santralini sinema diliyle sorgulamak amacıyla 'Kod: 16' adıyla 90 dakikalık bir sinema filminin çalışmalarına başlandı.

Filmin yönetmenliğini daha önce bir çok kısa film ve 'Sokak' adlı uzun metraj bir filme imza atan Yasin Korkmaz üstlendi.

Nükleer santral konusunun 40 yıldır tartışıldığını söyleyen yönetmen Yasin Korkmaz "Bu konu ne getirip ne götürecek hala aydınlığa çıkmış değil. Zaman zaman da taraftar olanlar ve karşı olanların taraf değiştirdiğine şahit oluyoruz. Anlaşılıyor ki bu alanda da ulusal bir tavır ve çıkar hesabı yapılmamış. Her şeyimizde olduğu gibi nükleer santral konusu da yabancı çıkar çevrelerinin ilgisi yönünde gelişme gösteriyor. Aslında artık enerji kaynağı olarak nükleer sistem ve teknolojisi de eskimiş durumda. Dünya enerji devleri daha temiz enerji kaynaklarına yönelmişken neden nükleer enerjide diretiyoruz anlamak güç.Çevreye olan öldürücü etkisi artık herkes tarafından biliniyor. Biz filmimizde konunun bir tek çevre yönünü değil Dünya siyasetindeki yerini de sorguluyoruz. Filmimiz insanlara olayı daha iyi anlatmak için nükleer santral kurulduktan sonrasını anlatıyor."
Kod 16, ucuz ve yüksek enerji kaynağı olarak lanse edilen nükleer sistemin aslında enerjide en sakıncalı bir durum olan dışa bağımlılığı da beraberinde getireceğine de dikkat çekiyor. Filmde, bölge kültür değerleri ve doğal yapısı da unutulmadı. Projeyi ulusal bazda bir çok kişi ve kuruluşun görüşüne sunduklarını söyleyen yönetmen Korkmaz, bu konuda ilgilinin yüksek olmasının kendisini cesaretlendirdiğini ifade etti. Halen cast aşamasının ve storyboard çizimlerinin devam ettiği “Kod: 16” filmi için eylül başlarında motor denileceği belirtildi.
FİLMİN TEKNİK ÖZELLİKLERİ Mersin’in İlk Sinema Filmi “Kod: 16”
Mersin'in ilk sinema filmi olmaya aday Kod 16, günümüzde bir çok sinema filminin çekildiği 35 mm film kalitesinde kayıt yapan dijital kamera ile direk bilgisayar formatında kayıt edilecek. Kod: 16 filmi kurgu aşamasından sonra bir filmin sinema filmi olması için gerekli olan şartların temelini oluşturan 35 mm film formatına aktarılacak ve Mersin, Adana, Antalya, İstanbul, İzmir ve Ankara'da anlaşma yapılan sinema salonlarında özel gösterimlerde izleyici ile buluşacak.

Filmi taşıyacak bir kaç önemli karakterin dışında bütün karakter ve tiplemeleri bölge halkı canlandıracak. Projede rol alacak olan bölge halkından seçilecek oyuncular alanında uzman hocalar tarafından temel oyunculuk dersleri verilecek. Bunun dışında planlanan bir çok etkinlik ile bölge halkının projeye ilgisi çekilecek. Bir yandan da bölge halkının nükleer santral konusunda bilinçlenmesi sağlanacak.

Filmin İstanbul ve Ankara'da geçen sahnelerinin çekimleri o illerde kısa film çalışmaları yürüten ekiplerin desteği ile gerçekleşecek. Film müziği için ise Türkiye’nin çevre konusunda duyarlı önemli bir sanatçısı ile görüşmeler devam ediyor. Görüşmeler olumlu sonuçlanırsa izleyiciyi büyük bir sürpriz bekliyor. Özel efektler için profesyonel destek alınırken, teknik ekipmanlar İstanbul’da faaliyet yürüten profesyonel firmaların desteği ile giderilecek. Filmin 35mm’e aktarılması da yine bir firmanın desteği ile yapılacak. Akkuyu bölgesinde yapılacak olan çekimler 20 gün sürecek.

Film ile ilgili iletişim için mersinema@hotmail.com adresi kullanılabilirken 0534 738 49 07 nolu telefon üzerinde de iletişim sağlanabilir.

KOD: 16 FİLMİNİN SNOPSİSİ

Bölge halkının duyarsızlığı ve bölgede işsizlere iş kapısı olması umuduyla yetersiz kalan tepkiler ve Nükleer Santral lobisinin çabaları sonunda Akkuyu’da Nükleer santral kurulur. Ancak bölge halkının beklediği iş alanı bir türlü açılmaz. Santralin deneme çalışmaları sürerken çevrede bazı dikkatli gözlerin görebildiği olağan olmayan gelişmeler görülmeye başlar.

Kıyıya vuran ölü balıklar ve farklı deniz canlıları yanında bölgede yetiştirilen bazı ürünlerde de garip şekil bozuklukları görülür. Bölgede yaşayan çocuklar da alışıla gelmedik hastalıklar baş gösterir. Santralin kurulduğu kasabada oturan duyarlı bir genç olan Kadir ve çevreci bir profesör bu garip gelişmelerin peşine düşer. Ancak işler istedikleri gibi gitmez ve gizli bir yapının bu tür araştırmaları yapanlara karşı koyduklarını görürler ve santrale karşı araştırma yapanlar beklenmedik kazalara kurban gider.

Bölgede yaşayan ve nükleer santralde yapılmadan önce eğitim için yurt dışına giden Kadir’in abisi Birol bir grup arkadaşı ile tatil için köye gelir ve bir bilim adamı adayı olarak destekçisi olduğu nükleer enerjinin yaşadığı bölgeyi ne hale getirdiğini izlerken, kendisini olayların merkezinde bulur. Dünya enerji devlerinin kavgasının sonunda santralin güvenlikle ilgili şartlarına uyulmadığı anlaşılır. Nükleer Santral yapımını geçekleştiren lobinin TBMM'deki kolu işin açığa çıkmasıyla yön değiştirir. Gerçekleri kabul etmiş görünerek santral yapını üstlenen firmayı değiştirdiklerini, üretimin durduğunu ve bu konuda çok daha deneyim bir yeni firmanın tüm şartları yerine getireceğini resmi ağızdan ilan ederler.
Ancak firma resmen değişse de işleyiş değişmemiştir ve sağlıksız şartlarda santral çalışmaya devam eder. İlgili bakan TV'de açıklama yapar ve tüm söylentilerin yalan olduğunu, deneme üretiminin durduğunu söyler. Vatandaşlar bu açıklamayı dinlerken gök yüzünü bir kızıllık kaplar, kulakları sağır eden bir ses duyulur...

Haber: Serkan Murat KIRIKCI
Kaynak: http://sinemarket.blogspot.com

Kapan/ Fermat’s Room (2007): Bütün Matematikçiler Toplandı!

15:43 Gönderen dexter_fernando


"Küp" ("Cube", 1997) ve "Testere" ("Saw", 2004) gibi kapalı bir ortama tıkılıp hain bir oyunun parçası olan karakterlerin yaşadıkları gerilime odaklanan öykülerden hoşlanıyorsanız kapan sizi mutlu edecek filmlerden biri... İçinde birde matematik var daha ne istiyorsunuz? Benay gelsene hemen. "Kapan" ("Fermat's Room") her ne kadar bu filmler kadar vahşi anlara sahip olmasa da, içerdiği bulmaca ruhu ve tek mekanda gerçekleştirdiği dengeli tavrıyla gerilim seyircisi için yeni bir gönülçelen olabilir. "Kapan", kariyerleri açısından farklı seviyelerde bulunan dört matematikçinin rastlayabilecekleri en büyük bulmacayı çözme fırsatı vaat eden bir davetiyeye cevap vermeleriyle start alıyor. Kısa bir karakter analizi yaptığı için beni sıkmadığını belirmek isterim. İyi de yaptı çünkü matematik çoğu insan için uyku getiren ve sıkıcı bir konudur. Birde karakter analizine girilseydi film başarılı olmazdı. Kahramanlarımız karşılaştıkları –onlar için belki de o kadar zor olmayan– sorular üzerinde kafa yorarken, kendilerine verilen süreyi aştıkları anda küçülmeye başlayan bir odada bulunduklarını fark ediyorlar. Dolayısıyla öykü zaman içinde bilmece içinde bilmece sunmaya başlıyor. Aynı zamanda gizemli gçmişlerinide sorgulamaya başlıyorlar...Tüm bu karmaşaya rağmen "Kapan" aslen meselesini doğrudan anlatmayı ve konuya basit bir açıdan yaklaşmayı tercih ediyor. Bu sayede de kendini fazla büyük görme gibi bir kompleksle karşılaşmıyoruz. Bu şüphesiz film için artı bir nokta, belki hiçbir zaman heyecanı en üst seviyeye tırmandırmıyor. Fakat daha zeki e hırçın olabilselerdi. Saw fenomenini taklit etmeye çalışan bir film olarak görülmezdi. Gerilimli sahneler bile gerçekçi değil yapmacık gibi duruyor. Yani ölüm korkusu karakterler pek yansıtamıyor. Yine de kısıtlı mekan kullanarak güzel bir film çıkarmak yönetmenler için zordur. Hatta kısıtlı mekan kullanan çoğu film kötü yorumlardan nasibini alır. Fakat yöneten kısıtlı mekanda zihin zorlayan orta sınıf bir gerilim filmi çıkarmayı başarmış. anat yönetmenliği, ses efektleri, kurgu ve görüntü yönetmenliğinde herhangi bir soruna rastlanmıyor. Senaryosunda mantık dışı hareketlere de yüz vermeyen film, aynı zamanda ana oyuncularının da performanslarından güç alıyor. Matematik bilimini, bir gerilim unsuru olarak kullanmak konusunda ise neredeyse hiçbir kusuru yok. Eğer gerçekten kanlı ve sert sahneler bekliyorsanız kapan filminde bunları bulamazsınız. Farklı bir film izlemek isteyenler, kurgu severler asla kaçırmamalı. Matematikçiler için eğlenceli olabilecek göndermeler olan film. Zaten en başında diyor "asal sayı nedir bilmiyorsan bundan sonrasını anlaman zor" gibi bir şeyler. Buradan Goldbach Hipotezi'ne geçiş yapıyor ve sonra hipotezi sağlayan 3-4 örnek bile veriyor. Fakat filmin ileriki anlarında koskoca matematikçilere sorulan soruları ele alırsak eğer; internette az buçuk takılan herkesin çözebileceği sorulardı. Yani öyle ahım şahım bir şeyler göremedik. Fakat filmin normal insanlara da hitap etmesi açısından teorik şeylerden kaçınarak daha çok zeka problemlerine ağırlık vermiş olabilirler. Yoksa orada üçüncü dereceden denklemler, katsayılar matrisi veya kutupsal koordinatlar görmek sıkıcı olabilirdi. Evet evet düşündüm de o kolay sorular daha eğlenceli olmuş.
Yazının gerisi spoiler içerir seyretmeyen ilk cümleyi bile okumasın. Olayı tezgahlayan adamın taa en başta bozuk araba numarası yaptığını çakmayan yoktur sanırım. Fakat buna rağmen film kendi halinde başka sürprizler de yaşatıyor. Buna rağmen bazı mantık hataları vardı ama. Mesela lambalı soru veya kum saati sorusu gibi uzun cevaplı soruların cevaplarını nasıl yazdılar merak ettim. Cevabını anlatırken bile 30-40 saniye süren hikayeyi 1 dk içinde nasıl okuyacak, nasıl çözecek ve nasıl yazacak? Okuma ve çözme kısmını atlasak bile yazması çok uzun be abicim kısa cevaplı sorular bulamadınız mı? Hadi tamam orasına da bir şey demiyorum da asıl mantıksız olan; -matematikçi ya da bilgisayar mantığını bilen insan gözüyle bakarsak- cevapların doğruluğunu kimin belirlediği. Bilgisayar değil mi bunları yapan? Çünkü karşıda birisi yok. Öyleyse o kadar uzun ve hikaye gibi cevapları olan cümlelerin doğru olup olmadığını nasıl biliyor? Bilgisayara bir veya yüz cevap yüklersin ama o en ufak bir virgülü bile göremezse yanlış der geçer. Neticede aptal makina. Yorum yapamaz. Sadece kelimelere göre bilse, 7 kelimelik bir cümlenin 5040 farklı yazılışı vardır. Böyle geniş olasılıkların cevaplar arasına yüklenmiş olabileceğini düşünsek bile binbir türlü farklı kelime ile de yazabilirsin cevabı. Eğer tüm cevapları yazan kişi, olayı tezgahlayan kişi olsaydı, bu açık kapanmış olurdu. Keşke öyle yapsalarmış be. İyi seyirler... İyi çalışmalar...

Sakallı Salma Hayek

15:39 Gönderen dexter_fernando

Vampirlerle ilgili filmlerin çok ilgi çektiği bu dönemde, 2010'un Mart'ında bir tanesi daha vizyona girecek.

(25 Ağustos 2009) Darren Shan’in Türkiye’de TUDEM Yayınları tarafından okurlara sunulan popüler roman serisini kaynak alan Ucubeler Sirki: Vampirin Çırağı’nda birbiriyle savaş halinde olan 2 vampir grubu arasındaki 200 yıllık ateşkesi farkında olmadan bozan bir gencin korkunç hikayesi anlatılıyor. Gecenin grotesk canlıları ve yanlış anlaşılan ucubelerin fantastik hayatı içine çekilen bir genç, sıkıcı bir hayatın güvenli ortamından uzaklaşacak ve kâbuslardan fırlamış gibi görünen bir yerde kaderini yaşayacak.

16 yaşındaki Darren (Chris Massoglia) banliyödeki mahallesindeki çoğu genç gibiydi. Yakın arkadaşıyla takılıyor, orta halli notlar alıyor ve genelde beladan uzak duruyordu. Ancak o ve arkadaşı gezgin bir ucubeler kumpanyasına denk geldiklerinde, Darren’ın içinde bir şeyler değişmeye başlıyor. İşte o anda Larten Crepsley adında bir vampir (John C. Reilly) onu kana susamış bir şeye dönüştürüyor.

Kısa bir süre önce yaşayan bir ölüye dönüşen Darren, yılan çocuk, kurt adam, sakallı kadın (Salma Hayek) ve devasa bir çığırtkan (Ken Watanabe) gibi canavarsı yaratıklarla dolu Ucubeler Sirki’ne katılıyor. Darren bu karanlık dünyada yeni güçlerini denemeye başladığı sırada, vampirler ve onların daha ölümcül rakipleri arasında değerli bir piyona dönüşüyor. Bir yandan hayatta kalmaya çalışan genç, yaklaşmakta olan savaşın içinde kalan son insanlık kırıntılarını yok etmesini önlemek için çabalıyor.

Türk Sineması'nda Rekor

15:38 Gönderen dexter_fernando


Bu yıl bol bol Türk filmi izleyeceğiz!

(25 Ağustos 2009) Bu yıl vizyona çok sayıda Türk filmi girecek. Hatta eylül ayından itibaren bir dahaki hazirana kadar 70 Türk filminin vizyona girmesi planlanarak, ülkemiz için rekor sayı elde edilmiş olacak.

NTV'den aldığımız habere göre Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürü Abdurrahman Çelik'in de sevindirici açıklamaları bulunuyor.

KDV'nin İndirilmesi Yabancıları Rahatlatacak
Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürü Abdurrahman Çelik de, yeni sinema sezonuna ilişkin değerlendirmede bulundu.

Yabancı film yapımcılarına teşvik niteliği taşıyan yasal düzenlemenin TBMM'de kabul edilmesinin ardından bu alanda önemli bir adım olduğunu belirten Çelik, ''KDV'nin indirilmesi, yabancıları biraz daha rahatlatacak. Ama bu, tek başına bir çare değil. Bunun yanında, en azından bir miktar da geriye dönük teşvik mekanizmasının oluşturulması gerekiyor. Bunun başarılması halinde yılda 4-5 film Türkiye'de çekilebilir'' dedi.

Türkiye'nin, böylelikle gelecek 4-5 yıl içerisinde Türkiye'nin bu alanda en önemli ülkeler arasına girebileceğini vurgulayan Çelik, şunları söyledi: ''Bu filmlerin Türkiye'de çekilmesi, uluslararası anlamda tanınmamızı ciddi şekilde artıracaktır. Bu da doğal bir kültür hazinesine sahip bulunan ülkemizi de daha ön plana çıkaracaktır. Ülkenin genel ekonomik durumu gibi konuları düşünürsek, teşvik de hemen çıkamıyor. Çünkü teşvik de bir istisnadır, belli kayıpları göz önüne almanız lazım. Tabii burada kayıptan çok kazanç elde edilecek. Biraz da öyle düşünmek lazım. Yani hem maddi kazanç, hem de manevi olarak ülkenin tanıtımı açısından kazanç elde edilecek.''

ABD'den ekim ayı içerisinde önemli yapımcıların geleceğini dile getiren Çelik, ''Bir aksilik olmazsa benim tahminim 2010 yılında iki büyük yabancı filmin Türkiye'de çekimi yüzde 70'ler civarında bulunuyor'' diye konuştu.

Gişe Açısından Kriz Önemli
Küresel krizin etkilerinin tüm dünyada halen yaşandığını dile getiren Çelik, ''Geçen yıl krizin başlangıcıydı. Bu yıl şu andan itibaren krizin tam göbeğindeyiz, önümüzdeki yıl da muhtemelen bu his devam edecek. Bu da 2009-2010 sinema sezonu için gişe açısından önem taşıyor'' dedi.

Geçen sinema sezonunda gişe hasılatları açısından ilk 10'un Türk filmlerinden oluştuğunu ifade eden Çelik, ''Bu, gişe başarısı olarak inanılmaz, hiç görülmemiş bir şeydir ve çok sevindiricidir'' değerlendirmesinde bulundu. Bu sezon da gösterime girecek film sayısı açısından yeni bir rekora imza atılacağını aktaran Çelik, ''Eylül ayından itibaren gelecek yıl hazirana kadar yaklaşık olarak 70 film vizyona girecek. Bu da film sayısı itibariyle Türkiye'nin rekoru olacak. Gişe başarılarını da hep beraber göreceğiz. Muhtemelen gişede de iyi sonuçlar alacağız diye ümit ediyorum'' diye konuştu.

Let the Right One In

18:42 Gönderen dexter_fernando


Let the Right One In'in bildiğimiz bütün vampir öykülerini altüst edip,türün Bu zamana kadar çekilmiş bütün filmlerinden kendini ayrı bir köşeye koyan, özgün hikayesi ile türe yepyeni bir halka ekleyen çok iyi bir filmSon yıllarda Lukas Moodysson gibi ülke gençliğinin problermlerine fena halde takmış bir yönetmenden sonra bu zamana kadar ismini pek duymadığımız Tomas Alfredson imzalı Let the Right One In İsveç'in bembeyaz örtüyle kaplanmış küçük bir kasabasında ortaya çıkan 12 yaşındaki vampir ile yaşıtı bir çocuğun arasında geçen oldukça sıradışı bir öykünün üzerine kurulu...Genelde uzakdoğu sinemasından aşina olduğumuz küçük çocuk ile korkutma formatını Alfredson ters çevirip olaya tamamen duygusal açıda yaklaşımış. Çocukuluğun verdiği masumiyet,gittikçe yakınlaşan bu ikilin minik kalplerinde başlayan aşkı filmi özgün yapan en büyük unsurlardan biri. Korku ile duygusallığı aynı çerçevede ve oldukça gerçekçi yansıtmayı başaran yönetmen,filmi tek bir saniye aksatmadan,akıcı bir şekilde sürdürmeyide oldukca iyi beceriyor.Birde filmdeki atmosferi oldukça iyi yansıtan müzikleride atlamak olmaz. Let the Right One In gerek özgün senaryosu,gerek anlatımındaki akıcılık,sadelik ve gerçeklikle son yıllarda öne çıkan en iyi yapımlardan.Filmde akıllarda kalacak,izleyenin asla unutamaycak gerilim dozajı oldukça yüksek sahneler var. Özellikle kedi saldırısı ve yüzme havzundaki katliam asla unutulmayacaktır. Film, ilkokul sıralarına kadar sıçrayan şiddeti anlatırken isveç'teki eğitim sisteminede hayran bırakıyor. Okulu sadece okul olarak değil günün her saati,her türlü spor faaliyetlerine açık şekilde kullanılması görmek oldukça imrendirici bir durum.Sanırım bizim eğitim alanında daha çok yol katetmemiz gerekiyor.Bu filmi görene dek bittiğinde moralimi bozan bir vampir filmi izlememiştim...Fantastik bir karakter olduğunu düşündüğümüz(zira gerçekten varolduklarını düşünmekten çok hoşlanırım)vampirlerin yaşamına son derece gerçekçi bir bakış atmış... Yavaş işleyişli filmler izlemekten hoşlanmayanlara sıkıcı olabileceğini söyleyebilirim... Japon filmlerinin yavaşlığınla aynı derecede. 2008'in en iyi filmleri arasında kabul edilen Let the Right One In, korkunç vampir filmleri ile sanat sinemasının çarpıcı bir karışımı. Görüntüleri, atmosferi ve bıçak sırtı romantik hikayesiyle unutulmaz bir çalışma olduğunu düşünüyorum.Birde unutmadan filmin adınla ilgili açıklama yapmak isterim. Bu adın vampir efsaneleriyle doğrudan ilgisi var. Efsanelere göre vampir kurbanının penceresine gelir. İçeri girmek için izin ister. Kurban içeri gelmesine sözle izin verirse vampir içeri gelir ve kurbanın kanını emer. Kurban bir şekilde vampirin kandırıcı sesine karşı koyabilirse hiç değilse o gecelik kurtulur. Öyleyse filmin adını "Doğru Kişinin İçeri Girmesine İzin Ver" ve ya "Doğru Kişiyi İçeri Al" olarak çevirebiliriz.Twilight'tan onlarca gere daha iyi bir film ile karşı karşıyayız. Ayrıca içine girilen yer, özellikle bu film için, sadece bir oda anlamını değil kişinin kalbi anlamını da taşımaktadır. Bu durumda daha edebi çeviriyle isim "Doğru Kişiye Kalbinin Kapısını Aç" olur. Uzun zamandır aşkı bu kadar güzel ve saf anlatan bir film izlememiştim.(Filmin adını anlatan şu kısa bölümü İrfan Taşcının araştırmasından alıntıdır)
Film vampir filmleri içerisinde en değişik tarz olarak yer alıyor...Alışagelmiş hırçın vahşi vampirler yok bu kez ama yine kan var..Oskarın hikayesi çok etkileyici belki ama Eli daha bir bambaşka mutlaka izlenmeli bence -Elinin "Kendinini benim yerime koy" demesi 12 yaşında bir çocuğun başına böyle birşey gelmesi gerçekten tüyler ürpertici..ve şu sözü çok haklı galiba -Eli "Ya gidip yaşamalı, ya kalıp ölmeliyim"... Hele o kapıdan içeri giriş sahnesi... Hiçbir hollydood efekti çocuğun o anki sarılışının yerini tutamaz fikrimce... Mutlaka izleyin. İzlerken ayrıntıları gözden kaçırmayın daha da dikkat edin. Eminim ki filmden aldığınız keyif katlanarak artacak. Umarız bu ilginç arkadaşlık, yalnızlık ve cesaret öyküsü ülkemiz sinema salonlarında da kendine en kısa zamanda yer bulur. Korkudan çok küçük bir vampir ile küçük bir insanın dram yoğunluklu aşk hikayesi. İyi seyirler...

Dark Knight

18:03 Gönderen dexter_fernando


"Burton'ın Batmanleri mi iyi, yoksa Nolan'ın Batmanleri mi?' diye düşünüyorum son bir kaç gündür. Öncelikle Batman külliyatı, şu anda 6 tane A sınıf filmden oluşuyor. Bunların ikisi Burton'a, ikisi Schumacher'e, ikisi ise Nolan'a ait. Ama tabii Schumacher'inkiler, önceki serinin üçüncü ve dördüncü bölüm olarak yenibir şey üretmenin verdiği aşırı rahatlıkla kötü adamların dikkat çekiciliğinin üzerine gittikleri için sınıfta kalmışlardı. Hatta Razzie adaylıkları bile kazanmışlardı. Yani şunu diyebilirim ki Nolan ve Burton'un da batmanı güzel fakat Nolan'ın batman başlıyor adlı kötü filmi Burton seçeneğine beni daha çok yaklaştırıyor ki Heath Ledger beni durduruyor. Fakat yine de birşeyler tamamlamıyor. Jack Nicholson geliyor gözlerimin önüne... İlk iki filmi bu denli sevmemizin nedeni, Batman'in ve filmdeki kötü adamların (Joker, Penguen ve bu güruha katabileceğimiz Kedi Kadın) bulundukları konuma gelmelerinin altında yatan nedenlerin çok iyi bir şekilde verilmesinde yatıyordu daha çok. Küçük Bruce Wayne'in bir tiyatro çıkışında ebeveynlerinin öldürüldüğü sahne ve bu sahnede Wayne'in annesinin kolyesindeki incilerin yere düşmesi hâlâ belleklerde yerini koruyor olabilir. Ya da "Batman Dönüyor"da ("Batman Returns", 1992) Penguen'in suç dünyasına bulaşmasının altında yatan trajedinin iç burkan halinin etkileyiciliğinden hiçbir şey yitirmediğini söylesek yalancı çıkmayız herhalde. Tim Burton bir sinema dahisi olarak onu asla Nolan ile karşılaştırmak istemiyorum sonuçta Burton Kara Şövalye gibi paso aksiyona kaçmayan bir yönetmendir.
Christopher Nolan'ın Batman ve onun dünyasını tasviri ise Burton'ınkinden bir hayli farklı. Burada Gotham'ın yerini gökdelenlerden müteşekkil bir Amerikan kenti almış. Nolan, farklı bir alem yaratmak yerine Chicago'yu 'copy-paste' usulüyle Gotham'a çevirmiş. Bu da mekan kullanımındaki başarısızlığı gösteriyor. Batman'i Örümcek Adam gibi, Superman gibi daha normal bir dünyaya yerleştirmiş. Halbuki fantastik bir evrendi bizim ilk tanıştığımız Gotham... Belki de yıllar geçen değişimdir diyelim belli olmaz... Ama dikkatimizi çeken şey Nolan jokeri daha kullanmayı düşünüyordu. Çünkü bu film sayesinde joker fanları ortaya çıkmaya başladı. Çoğu kişi batman'dan çok joker'in başına neler geleceğini merak ediyordu. Performansı harikaydı. Replikler üzerinde çok çalışılmıştı. Karakter çok iyi oturmuştu. İlk jokerden daha karanlık, daha şizofren biri ortaya çıkmıştı. Çoğu korku karakterinden daha korkunç bir karakterdi joker. Zekasına hayran kalmıştı insanlar. Filmlerden aksiyon arayan insanlar bile jokerin gönderme dolu boğucu repliklerini aldırmadılar. İyi adam kötü adam konuşmasında bile insanlar çok dikkatlice izlemişlerdi filmi. Fakat filmde jokeri bu yola iten olaylar açıklanmamış jokerin ağzından iki farklı hikaye duyuyoruz ama hangisi gerçek bunu bilemiyoruz. IMDb'de en iyi filmler listesinde birinci sırada yer almayacak belki ama ilk 250'deki yerini koruyacak. Peki neden koruyacak "aksiyon sahneleri çok harika abi" :) Burton'un yarattığı evrene ihanet etmek istemeyenler bu filmden kesinlikle uzak dursunlar. Kanun suçlusu filmine döüşen film kesinlikle batman karakterine hakaret edilen bir film kötü adamı öne çıkarırken bizim sevdiğimiz kahramanı ikinci plana itiyor. 152 dakika olan fakat içinde çatıda buluşma sahneleri gibi gereksiz uzatmalarla dolu, kara bir mizaha sahip film izlenebilir. Fakat şunu söylemek isterim ne kadar kahramanlarla ilgili bir filmde olsa 13 yaşından küçükler için sert bir evren sunuyor. Ve soruyorum "Neden bu kadar ciddisin sen?" Heath Ledger saygıyla anıyoruz galiba joker'i oynayan insanların kariyeri kısa sürüyor. Çoğu kişi tarafından aksiyon ve psikolojiyi dengede tutuğu söylenen yöneti herkes çizgi roman bilgisinden sınıfta bırakıyor. Gotham nerelerdesin? Christian Bale'nin oyunculuğundan bile bahsetmiyorum eğer devam filminde batman'i o oynarsa seti basacağım :)

1937-...

18:03 Gönderen dexter_fernando

Milli Sinema’nın kurucusu Yücel Çakmaklı’yı kaybettik...

(24 Ağustos 2009) 1970’lerin başında kurduğu Millî Sinema akımıyla Yeşilçam’ın tarihine damgasını vuran öncü yönetmen Yücel Çakmaklı, tedavi görmekte olduğu Çapa Tıp Fakültesi’nde 23 Ağustos 2009 Pazar günü 16:30′da hayata veda etti.

1937 yılında Afyon’un Bolvadin ilçesinde doğan Yücel Çakmaklı, Küçük Ağa adlı TV dizisi ve Birleşen Yollar, Zehra, Çile, Oğlum Osman, Memleketim, Kızım Ayşe, Garip Kuş ve Diriliş adlı sinema filmleri ile tanınıyor.

Çakmaklı’nın cenazesi, 25 Ağustos Salı günü İstanbul - Fatih Camii’nde kılınacak öğle ve cenaze namazını müteakip, ailenin belirleyeceği bir kabristanda toprağa verilecek. Merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

Bir zombi şarkısı!

16:43 Gönderen dexter_fernando

ryan-gosling-music

Ryan Gosling ve Zach Shields’ın birlikte kurduğu Dead Man’s Bones‘un yeni şarkısının adı “My Body’s a Zombie for You”. Zombieler dönecek dedik, dönüyorlar yavaş yavaş işte…

True Blood jeneriğinin yapım aşaması...

16:40 Gönderen dexter_fernando

CL Feature: DK's True Blood - The Making Of from Creative League Team on Vimeo.

The Dead Weather’ın yeni videosunu izlediniz mi?

16:33 Gönderen dexter_fernando

The Dead Weather - Treat Me Like Your Mother

Son zamanlarda adını duymayan kalmadı herhalde. Bu devirde hala baba gibi rock yapan birilerinin olması sevindirici…

Şöyle bir de konser afişi göndermiş undomondo twitter’dan. Pek güzel…

deadweather_horngirl

Dabbe 2 mi?

17:05 Gönderen dexter_fernando

Geçtiğimiz yıllarda Dabbe filmiyle Türk Sinemasında gerilim denemesiyle dikkatleri üzerine çeken yönetmen Hasan Karacadağ, filmin 2 ncisinin çalışmalarını süratle sürdürüyor.

Seyirciyle buluşacağı tarih 25 Aralık 2009 olarak belirlenen Dabbe II de birincisindeki başarıyı yakalayıp yakalayamayacağı merak konusu.

İlgilisinin merakla beklediği filmin oyuncu kadrosunda ise, Sefa Zengin, Sefa Zengin, Deniz Olgaç, İncinur Daşdemir, Leyla Göksun ve Muharrem Dalfidan yer alıyor.

Değerli online sinema dergisi Sinemalife
Kaynak: Sinemarket

Testere/ Saw

16:39 Gönderen dexter_fernando


Testere serisini artık tanımayan kalmadığını düşünüyorum. Peki soracaksınız o kadar çok film inceledin fakat testere bunların arasında yoktu. Peki testere'yi neden sevdiniz? İlk filminden bahsetmek gerekirse son derece zeki ve ilgi çekici tuzakları vardı. Filmin sonu çok güzel bağlanmıştı. Bu da Seven türü filmleri seven sinema seyircisini doyurdu. Birde oluk, oluk kan görmek isteyen gore hayranlarını doyurdu diyebilirim çünkü ilk sahnesinden son sahnesine kadar kan akmaya devam ediyordu. Sonrası film çok kazandırınca senaristler hiç düşünmeden ve pek çalışmadan ikinci bir filmi yazdılar. İnsanlar yine izlediler. Çünkü senaristler insanların daha çok kan görmek istediklerini düşündüler. Fakat insanlar keskin bir gerilim bekliyorlardı. Fakat testere serisi altın yumurtlayan bir tavuk olduğnu kabul etmek lazım. Ama yapımcılar birden karnını kesmeye çalışıyorlar. Filmin konusuna gelirsek basit bir konu sonradan zekileşen senaryo, müthiş kurgu ve harika olay görgüsü ; İki adam bir yeraltı tuvaletinde uyanırlar. Genişçe mekanın iki ayrı ucundaki borulara ayak bileklerinden zincirlenmişlerdir. Oraya nasıl ya da neden geldiklerini bilmemektedirler. Üstüne üstlük odanın tam ortasında ölü bir adam yatmaktadır. Kendilerine verilen ipuçlarına göre, biri diğerini akşam saat altıya kadar öldürmezse ikisi de ölecektir. Biri orta yaşlı bir cerrah, diğeri ise genç bir fotoğrafçı olan bu iki adam, içinde bulundukları durumdan bir çıkış yolu ararken, nasıl bir oyunun içinde olduklarını da çözmeye başlayacaklardır.James Wan ve Leigh Whannell adlı genç sinemacıların ilk filmi bu. İçinde büyük bir iddia barındırmış olmasa ilk film için tatminkâr bir çalışma deyip geçebiliriz. Fakat bu ikili oldukça iddialı. Wan, Argento ve Lynch’ten ilham aldığını söylüyor. Whannell, sadece senaryo ile yetinmemiş, filmin başrollerinden birisini üstlenmiş. İçinde zekâ parıltıları (!) olan bir takım ufak oyunlar tasarlanmış ve seyirciyle oynanmaya başlanmış. David Fincher’ın stil filmi “Yedi”ye (“Seven”) öykünen bir senaryo var ortada işin aslı. Daha doğrusu filmi “Yedi”ye benzeten, Amerikalı film eleştirmenleri. Üstüne üstlük felsefeci bir seri katili var filmin. Adam, seyirciye derin ahlâk dersleri vermekle meşgul. Hayatının önemini kavrayabiliyor musunuz? Yaşamak için ne kadar kan dökebilirsiniz. Bu repliklerle ünlü olan Jigsaw karakteri kesinlikle sinema dünyasının unutulmayacak bir karakteri sinemanın hastalıklı kötü adamlarından biri. Küp filmi taraftarı olarak diyebilirim ki testere serisi zeki olmaktan çok kurnaz olmayı başarmış serilerden biri. Bol kanlı sahneler, bir sürü saçma ayrıntı sosu ve iyi kurguyla harmanlanıp sürpriz son ihmal edilmezse, yönetmen oldukça ‘zeki’ kabul ediliyor günümüz sinemasında. Bu filmdeki ayak kesim sahnesi, Japon Takashi Miike’nini “Ölüm Provası”ndaki (“Audition”) gibi gerçek değil ama. Adam orada delikanlı gibi garç gurç kesiyor ayağını ve biz bu kesilmiş bacağı görüyoruz. Malesef kan revan sahneleri için bu filmi seven sinema seyirciside biz bu filmi zekice olduğu için sevdik diyor. Fakat diyorum bu filmi gerçekten sevenlerin çoğunun açıklaması 10 satırı geçemiyor. Ben kötüde demiyorum iyi de Ne çizdiği seri katil portresi ne de vermeye çalıştığı ahlaki mesajla, sıkça karşılaştırıldığı anlaşılan Yedi (Seven) düzeyinde bir iş hiç olmasa da, Testere eğlenceli bir bulmaca ve şaşırtıcı finaliyle akılda kalıcı normal bir korku filmi abartılacak hiçbir şeyi yok. Türün meraklıları ve sinemaseverler filmi izleyecekler ve değerlendirecekler. Yazımı okuyup, hadi canım sende diyenler çıkacak muhtemelen. Ama zaten eleştiri de bunun için yapılıyor. Yok ben akıl erdiremedim, insan kendi ayağını ince ve kör bir testereyle kısa zamanda nasıl kesebilir acaba? Ölüm Provasında çabuk kesilebiliyor. İsterseniz deneyebilirsiniz tel kemiği ve eti dağa kolay keser.Bunlarda filmin bilinmeyenleri...

- MPAA filmin ratingini, genel atmosferinden dolayı NC-17 olarak belirledi, fakat daha sonra yönetmen James Wan filmin R rating alabilmesini sağlamak amacıyla bazı bölümleri çıkarmak zorunda kaldı..

- Wan ve Whannell’in Hollywood prodüktörlerine sunduğu demo DVD’deki ayı tuzağı, ikilinin endüstri tasarımcısı arkadaşları tarafından yapıldı. Bu kişi, tuzağın paslanmasını sağlamak için mekanizmayı tuzlu suya koyarak kendi evinin çatısında bir hafta bekletti. Demo kayıtlarında oynayan Whannell, bu tuzağı tamamen paslı halde ağzına soktu. Ancak filmde Amanda’nın yakalandığı tuzağa boya ile paslı görünüm verildi.

- Saw / Testere filminin çekimleri 18 gün sürdü.

- Ana çekimler depodan bozma bir mekanda gerçekleştirildi. Banyo seti sıfırdan inşa edilirken diğer mekanlar mevcut halleriyle yeniden dekore edildi.

- Film, Toronto Film Festivalinin kapanış filmi olarak gösterildi.

- Film başlangıçta doğrudan video amaçlı çekildi, ancak gelen olumlu eleştiriler üzerine prömiyer gösterime hak kazandı.

- Yönetmen büyük bir kumar oynayarak her hangi bir ücret almadı, sadece kardan yüzde istedi.

- Filmde İtalyan korku sinemasının ünlü yönetmenlerinden Dario Argento’nun Profondo Rosso / Derin Kırmızı filmine çok sayıda gönderme yapılmıştır. Kendisi görünmeyen katilin siyah eldivenleri Argento’nun neredeyse tüm filmlerinde kullandığı ve artık onun simgesi haline gelmiş unsurlardır.

- Filmin R rating değeri verilen versiyonunda, yönetmen James Wan ve senaryo yazarı / oyuncu Leigh Whannell tarafından bazı sahneler çıkarılmıştır; bunlar arasında Amanda’nın bağırsakları deştiği ve şişman adamın dikenli telden kurtulmaya çabaladığı sahneler ile bazı adli sahneler yer alır. Renk üzerinde düzenleme yapılmış, hatta MPAA filmin Sundance’daki gösteriminde müziğin tonundan rahatsızlık duyduğu için filmin müziği de değiştirilmiştir.

- James Wan ve Leigh Whannell senaryoyu yazarak menajerlerine gönderir. Daha sonra menajer senaryoyu Los Angeles’daki bir ajansa gönderir. Ajans senaryoyu okuduktan sonra Wan ve Whannell’i görüşmeye çağırır ve kendilerini senaryodan kısa film şeklinde bir sahne çekmeleri için teşvik eder ve stüdyoda işe başlanır.


Funny Games / Ölümcül Oyunlar

13:15 Gönderen dexter_fernando


İzleyeni son derece rahatız ederek politik,ayrımcılık, toplumsal şiddet, kişiler arasındaki iletişimsizliği, dönemin önemli olaylarını, yabancılaşmayı, duygusal buzlaşmayı, aile yaşantısının sıkıcılığını ve yozlaşmayı çarpıcı diller ile anlattığı filmlerinden biri de kesinlikle Ölümcül Oyunlar’ dır. Şu sinema dünyasında filmlerini zorlukla izlediğim, sinirden parmaklarımdaki tırnakların hepsini yediğim(çok yanlış bir davranış) tek yönetmen Michael Haneke’dir. Benny’ nin Videosu filminden sonra Michael Haneke’ den böyle bir film geleceğini zaten biliyordum.

Ne kadar yerinde olacak bilmiyorum ama bu film için şöyle bir örnek verirler. Bir baba oğlunu sigara içerken yakalar ve onu bir odaya kapatıp önüne 10 paket sigara atarak bunları bitirmeden odadan çıkamayacağını söyler. Babasının teorisi ise kısa sürede aşırı oranda sigara içmek zorunda kalan çocuk, abartı sigara tüketimi yüzünden hasta olacaktır. Bu sayede hayatı boyunca ne zaman sigara görse iğrenecektir ve bir daha içmek istemeyeceğidir. İşte Ölümcül Oyunlar’ da böyle bir deneyim. Filmin asıl amacı sinemada ve televizyonda gösterilen kurgusal şiddete alışmış izleyiciye gerçek şiddettin çirkinliği göstermek olsa gerek. Filmin basit kurgusu burjuva bir aileyi esir alan iki psikopatın, gece boyunca aileyi türlü işkenceden geçirmeleri etrafında dönüyor.Fakat bu sefer anlatım, kurbanlar yerine katillerin tarafını tutuyor. Açıkçası bir süre sonra katillerin elinde olan kumanda ile ne olursa olsun katillerin galip geleceğini biliyoruz. Sonuçta seyirci normalde 2. yarıda kurbanların kurtulacağını bekliyor fakat Michael Haneke maalesef her zaman iyilerin kazandığı sonlardan sıkıldığını açıkçası bizim gözlerimizin önüne seriyor. Her ne kadar yaratılış sebebini anlasam da, dişe diş, göze göz tarzı yaklaşımın ilgi çekici ve hatta doğru olduğunu düşünmüyorum. Hatta Haneke’nin kalabalık bir partide bağıra, bağıra tezini kanıtlamaya uğraşan bir sarhoşu hatırlatan gösterişçi ve didaktik tarzının yer, yer rahatsız edici olduğunu itiraf etmeliyim. Fakat film acaba gerçekten bize gerçek şiddettin kötü yanını mı göstermeye çalışıyor. Yoksa amacı sadece bu olayları bizim yarattığımızı son derece etkileyici bir şekilde anlatmak mı? Ama şundan eminim ki Michael Haneke bizleri eğlendirmekten çok sarsmayı hedefliyor olmalı ki çoğu filminin galasında “Size huzursuz seyirler dilerim” sözlerinle filmlerini izletmeye başlıyor. Toplumumuzun ne durumlara düştüğünü ve insanlığın ne hale geldiği anlatan filmleri çoğu kişiye anlaması zor olarak geliyor. Michael Haneke’ nin filmleri çoğu kişiye de basit geliyor aslında tam tersi olmalı. Çünkü bir ev mekânı ve birkaç kişiyle film çekiyor olsa bile bazı sinema izleyicisi son derece etkiliyorsa ve anlamasını zorlaştırıyor, derin anlamlar yüklüyorsa o filmler kesinlikle basit değildir. Ve Michael Haneke anlaşılması zor yönetmenlerden değildir. Sadece kullandığı kavramların işimize gelmemesi ve gerçeklerden kaçmamız bu filmleri anlaması zor hallere getiriyor o kadar. Filmlerinin hepsinden kanın akmasına sebep olan öğelerin başında biz olduğumuzdan bahsederek aslında hepimizin “kötü” karakterler ile iş birliğinde olduğumuzdan bahsederek şiddetle yatıp, şiddetle kalkan bizlere ulaşma çabasına giriyor.
Yeni çevrimini yapmasının da tek nedeni ilk yapımın sansür gibi olaylar yüzünden istediği kitleye ulaşamamasıdır. Yoksa Michael Haneke yaptığı filmlerinde asla ticari kazanç için olmadığını söylemek isterim. Keyifli ve rahat başlayan filmin müzik kullanımındaki profesyonel değişim ile nerelere gelebileceği hemen tahmin ediyoruz. Bundan sonra belki olacakları tahmin ederek filmden sıkılanlar olabilir. Fakat kesinlikle aklınızda beliren senaryonun ters köşeye yattığını görünce yönetmenin bu konuda ne kadar usta olduğunu anlayabilirsiniz. Facia, son derece kibar ve terbiyeli bir konuşma diline sahip olan gencin kapıyı çalıp yumurta istemesi ile başlar. Bundan sonra fiziksel şiddetten çok ruhsal şiddettin bütün sinirlerimizi yerle bir edecek azap gibi bir film bizi bekliyor olacak. Yavaş, yavaş eski performansında düşüş gördüğüm Michael Haneke maalesef beni haksız çıkartmayı başardı. Burjuva sistemine yaptığı saldırıları yüzünden birçok tepki alsa da Michael Haneke katillerin bakışlarıyla bizimle iletişime geçerek “Aslında şiddetin sokaklarımızdan evlerimizin içine kadar girdiğini” anlatıyor. Katillerin bakışlarını kelimesi geçmişken oyuncuların performansların göz doldurduğundan bahsetmek istiyorum.

Özellikle de Susanne Lothar aralarından en iyisi sanki gerçekten işkence görmüş gibi bize o dehşet olayları aktarıyor. Perdenin arkasında kalmayan düşünceler, oyunculuklar ile dolup taşan filmin özelliklede kayık sahnesinde katillerin konuşmaları son derece zeki, gelirleri ve kültürlü olduklarını söylüyorlar. Evden eve taşınan tehlikenin farkına varacağınız bir yapım diye düşünüyor ve yazımı Michael Haneke ile bitirmek istiyorum.

Teksas Katliamı: Başlangıç

21:33 Gönderen dexter_fernando


İki kardeş savaşa gitmeden önceki son haftasonlarını geçirmek üzere kız arkadaşlarıyla birlikte plan yaparlar. Aynı zamanlarda Texsas'ın küçük bir kasabasında tek geçim kaynağı olan bir mezbaha çevreyi rahatsız ettiği için kapatılmak üzeredir.Bu mezbahada çalışanlardan biriside akli dengesi bozuk, psikopat Thomas Hewitt'dir (Leatherface). Hewitt'in ustabaşını öldürdüğü sıralarda bu iki kardeş ve kız arkadaşları ıssız otoyolda bir kaza yaparlar.Çok geçmeden kaza yerine gelen şerifin gerçek şerif olmadığını, gerçek şerifinse Leatherface tarafından öldürüldüğünü anlayacaklardır. Burası ıssız bir kasabadır ve ortada olanları fark edecek kimseler yoktur. Şimdi gençler öldürme yeteneğini geliştirmek üzere eğitilen Leatherface, kız kardeşi ve bunak amcaları Monty ile başbaşa kalmışlardır.

2003 yılının başarılı tekrar yapımı “The Texas Chainsaw Massacre/Teksas Katliamı” geri dönüyor ve hikayenin öncesini konu alan bu yeni filmde Hewitt klanını ve aile boyu eğlenceden anladıkları psikopatça yaklaşımı irdeliyor. İzleyiciler ilk kez, belki de tüm zamanların en efsanevi korku karakteri olan Leatherface’in kökenini öğrenme fırsatını elde edecekler. Çoğu kişi olarak Slasher türünün atası olarak sayılsada katıksız bir korku filmidir. İlk çekilen filmlerin eline su dökemese de onlar kadar başarılı bir film. Eski filmleri son derece sertti izlemekte zorlanırdık. İlk çevrimi sinema salonundaki insanları kaçırtmıştır demem filmin korkutuculuğunu anlatır. Fakat bu kadar iyi değil. Texas Katliamı, 13. Cuma ve Halloween; bunlar benim için bu alanda bir başyapıtlar, ancak Texas Chainsaw Massacre’ın bir ayrı yeri vardır benim için, zira o bu alanda bir ilktir, bütün şimdiye kadar izlediğimiz ve/veya izleceğimiz bu tarz filmlerin babasıdır. Düşünün, Kuzuların Sessizliğinde kullanılan maske bu filmden esinlenilmiştir, keza Halloween’deki ve 13. Cuma’daki kullanılan maskeler ve öldürme biçimleri de keza öyle olmuştur. Bu filmdeki en önemli unsur ise filmde geçen hikâye gerçek ve yaşanmış bir olaydır, yani tabiri caizse Amerikan gazetelerindeki 3. sayfa malzemesi, yani diğer teen-slahser’larda olduğu gibi uydurma bir hikâye ve senaryo söz konusu değildir, onun için farklıdır. Benim için müthiş bir geceydi resmen. Gerçek hikaye demişken Ed Gein adlı katilin gerçek hikayesinden esinlenilmiştir.

Yeni nesille yepyeni bir dehşet gösterisi olarak kabul edeceğimiz film aklımızdaki çoğu soruyu cevaplıyor. Oyunculuklar yine etkiliyeci, has korku türünü başlatan filmi bilinmeyenleri öğrenmek isteyenler için başarılı bir film olabilir. Bunun dışında sadece dehşet gösterisi olarak sinemada yerini alacaktır. Fakat bir kaç sorun var geçiş sahneleri çok basit ve diyaloglar havada kalıyor. Teksas Katliamı’nın kendine has süper bir atmosferi var. Artık konusunun gerçek olmasından mı desem yoksa filmi çok sürükleyici ve mükemmel yapmışlar mı desem bilemiyorum.

EN İYİ SAVAŞ FİLMLERİ YARIŞTI

17:47 Gönderen dexter_fernando

EN İYİ SAVAŞ FİLMLERİ YARIŞTI   Tüm zamanların 'en iyi savaş filmleri' listesi sıralandı. 3 bin kişinin katıldığı ankette Steven Spielberg'in 'Saving Private Ryan' (Er Ryan'ı Kurtarmak) filmi birinciliğini ilan etti.

Sinema sitesi Lovefilm, Quentin Tarantino'nun henüz vizyona giren filmi (Bu cuma Türkiye'de de giriyor.) 'Inglourious Bastards' (Soysuzlar Çetesi) filminden yola çıkarak tüm zamanların en iyi savaş filmlerini belirlemek için bir anket düzenledi.

3 bin kişinin katıldığı ankette Steven Spielberg'in yönetmen koltuğunda olduğu, Tom Hanks ve Matt Damon'ın başrollerde yer aldığı 1998 yapımı 'Saving Private Ryan' (Er Ryan'ı Kurtarmak) %21 oyla birinci oldu.

Listede ikinci sırada Steve McQueen'in oynadığı 'The Great Escape' (Büyük Kaçış) filmi göze çarpıyor. Üçüncü sırada yine sinemanın dahi çocuğu Spielberg'in bir başka savaş filmi var: 'Schindler's List' (Schindler'in Listesi)

Francis Ford Coppola'nın başyapıtlarından 'Apocalypse Now' bir Vietnam filmi. Conrad'ın 'Heart of Darkness' romanından sinemaya uyarlanan film, dördüncü sıraya oturuyor.

Vietnam Savaşı'nda ilham alan bir başka film de beşinci sırada, Stanley Kubrick'e ait: 'Full Metal Jacket'.

TÜM ZAMANLARIN EN İYİ SAVAŞ FİLMLERİ TOP 10:

Filmin Adı: Filmin Yapım Yılı: OY ORANI:

1. Saving Private Ryan (1998) 21%

2. The Great Escape (1963) 11%

3. Schindler's List (1993) 10%

4. Apocalypse Now (1979) 9%

5. Full Metal Jacket (1987) 7%

6. Platoon (1986) 6%

7. Braveheart (1995) 5%

8. Black Hawk Down (2001) 4%

9. Das Boot (2006) 2%

10. The Deer Hunter (2008) 1%

En iyi Zombi Filmleri

17:44 Gönderen dexter_fernando

İŞTE EN İYİ ZOMBİ FİLMLERİ   Bu hafta zombilere adeta gün doğdu! Bilim adamları yaptıkları araştırmalarda "Eğer zombiler yaşasaydı, ne olurdu?" sorusuna yanıt ararken, zombilere de el atan sinema perdelerini araladı.

Özellikle edebiyat ve sinemada kendine geniş yer bulan 'zombi cumhuriyeti', bilimsel araştırmaların da konusu olarak gecemize gündüzümüze girmeyi iyiden iyiye başardı. Kanadalı araştırmacılar, ‘zombiler gerçekten yaşasaydı, ne olurdu? sorusundan başladı, 'zombilerle insanlar arasında bir savaş patlak verseydi kim kazandırdı?' yla devam etti.

Küçücük bir ısırıkla bile insanı zombiye dönüştüren bu pek çirkin görünümlü yaratıkların hakimiyetine giren bilgisayar oyunları, edebiyat ve sinema, kendisine zengin bir malzeme bulmanın haklı gururunu yaşarken, Ottawa Üniversitesi'ndeki bilim insanları da medeniyetin zombilerle birlikte paramparça olacağına karar verdi.

İŞTE EN İYİ ZOMBİ FİLMLERİ
JACKSON'IN ZOMBİLERİ DANS EDERDİ
Her ne kadar zombinin sözlük anlamı 'öldükten sonra da yürüyebilen insan' olarak geçse de, Michael Jackson'ın Thriller klibinde mezarlarından dışarı fırlayıp yürümek ne kelime, tıpkı Jackson gibi ustalıkla dans eden, adeta pistin tozunu dumana katan zombiler olduğunu da gördük. Zombi tarihinin sinema da dahil en başarılı işlerinden birine imza atan Jackson, 14 dakikalık kısa film tadındaki görsel şovuyla, bugün bile hâlâ zevkle ve bir hayli nostaljiyle izlenebilecek bir zombi klibinin öncüsüdür.

SİNEMA ZOMBİLERİ SEVDİ
Ağızlarından kan damlayan, patlak gözleriyle ödümüzü patlatıp kabusa dönüşen bu yaratıklar, özellikle Hollywood'un yetenekli makyözleri sayesinde, okurken hayal ettiklerimizin bir adım önüne geçerek gerilim dozunu arttırdılar. Özellikle George A. Romero ve Victor Halperin, zombi sinemasınnı babalarından kabul edilir. Yönetmenlerin özel ilgi alanlarına giren bu yaratıklar, ısırıklarıyla perdeyi yırtar.

En Türk'ünden zombiler geliyor, hazırlanın!

Türk sinemasının bile artık bir zombi filminin olacağını öğrenince, Türklerin arasına dalmayı başaran zombileri kutlamamak elde değil!

Sinema yazarları Murat Emir Eren ile Talip Ertürk'ün Aralık ayında vizyona girmesi muhtemel görünen filmi Ada, 24 Ağustos'ta çekimlerini 'zombi'lemeye başlıyor. Hatta ve hatta bu amaçla film ekibi, facebook üzerinde zombi figürasyonuna katılacak gönüllü ekip arkadaşları bile aramaya başlamış, buradan duyurulur!

Yok ben almayayım diyorsanız ama yine de zombi sinemasından ayrılamıyorsanız, Hollywood'un anlı şanlı ve pek kanlı ölmüş dirilmiş yaratıklarının hangi filmler üzerinde gezindiğine bir bakalım ve evet, arkamıza bakmadan kaçalım!

İşte size en harbi zombi filmleri:

Night of the Living Dead (1968)

Dellamorte Dellamore (1994)

Dawn of the Dead (1978)

Army of Darkness (1992)

28 Days Later (2002)

Shaun of the Dead (2004)

Braindead (1992)

Bio Zombie (1998)

Evil Dead II (1987)

White Zombie (1932)

Zombi Festivali (Zombie Walk)

17:39 Gönderen dexter_fernando

Festival oluşumlarının en ilginçlerinden biri olan Zombi Festivallerini duymuş ya da internette gezerken fotoğraflarına rastlamışsınızdır. Genelde sadece fotoğraflardan oluşan bu oluşumun nasıl ortaya çıktığını merak ettiniz mi? Eğer öğrenmek istiyorsanız bu yazı sizin için...

Asıl adı Zombie Walk (zombi yürüyüşü) olarak geçen bu etkinlik aynı zamanda zombi çetesi, zombi sürüsü, zombi gösterisi gibi çeşitli adlarla da anılmakta. Zombi görünümünde makyaj ve kıyafetlerle sokakta dolaşan insanların katıldığı etkinlik şehir merkezinden cadde boyunca yürümekle başlar ve bir mezarlığa ya da zombie pub denilen zombi temalı içki mekanlarına gidilmesiyle son bulur.

Bu etkinlik, çeşitli internet sitelerindeki oluşumlar ve ağızdan ağıza dolaşan söylentilerle büyümeden önce yeraltı kültüründen gelen bir aktiviteydi. Olay sırasında katılımcıların zombi gibi davranmaları ve o şekilde iletişim kurmaları isteniyordu. Bu duruma örnek olarak hırlama, inleme şeklinde anlamsız sesler çıkarmak ve brains (beyinnn) diye haykırmak sayılabilir. Bu noktada zombi davranışlarının nasıl olacağı konusunda ciddi tartışmalar da çıkmıştır. Orijinal Living Dead (Yaşayan Ölüler) serisinde zombi kavramının tanımını belirten kimi püristlere göre zombiler asla beyin diyebilme yeteneğine sahip olmamıştır.

Bunun yanı sıra zombilerin ihtiyaçları beyinle sınırlı değildir, yaşamaları için taze et yemeleri yeterlidir. Daha sonra çeşitli şekillerde geliştirilen bu düşünceler zombi kalabalıklarının kurbanlarını ısırarak yeni zombiler yaratmasına kadar ilerlemiştir.

Zombi yürüyüşü (Zombie Walk) genel olarak büyük şehirlerde ve Kuzey Amerika'da yapılan yıllık bir etkinlik olarak görülebilir. Bazıları kendiliğinden oluşan doğaçlama bir etkinlik olarak geçerken, bazıları siyasal miting havasındadır, katılımcıların ellerinde ''Zombi hakları bilincinizi artırın'' gibi pankartlar bulunur.

Zombi yürüyüşlerinin kayıtlara geçen ilk örneği 2003 yılının Ekim ayında Toronto, Ontario'da yapılmıştır. Bu etkinlik yerel korku filmi hayranı Thea Munster tarafından organize edilmiş ve sadece 6 kişilik bir katılımla gerçekleştirilmiştir. 2007 Toronto Zombi Yürüyüşü ise Toronto Polisi'nin verdiği bilgiye göre 1100 kişiye kadar varan bir toplulukla yapılmıştır. Ve o zamana kadar kayıtlara geçmiş en büyük topluluğun olduğu belirtilmiştir. 2005 yılında Kuzey Amerika'da çeşitli blog ve dergilerde olay fazlasıyla ilgi çekmeye başlamıştır. Boingboing gibi ana akım bloglarda belgeseli yayınlanmıştır.

Ekim 2005'te Minneapolis'te ilk Zombie Pub'ı açılmıştır. Ve daha sonra birçok şehirde bu tarz yerler açılmaya ve etkinlikte kullanılmaya devam etmiştir. 29 Ekim 2006'da 894 kişi Pittsburgh -Monroeville caddesinde - klasik zombi filmi Dawn of the Dead (Ölülerin Şafağı) setine benzer bir şekilde kurulan yerde - toplanarak Guinness Rekorlar Kitabı'na girmişlerdir.

Bu rekor daha sonradan resmi olmayan şekillerde defalarca kırılmıştır. 31 Ekim 2006'da bir kadın, zombi grubun kendisine saldırdıklarını ve arabasını kuşatıp vurduklarını söyleyerek polise gitmiştir. Bu gibi olaylar zaman zaman olsa da yaşanan en ciddi olay 2008 Mayıs ayında yapılan zombi yürüyüşünde olmuş ve 1500'ü aşkın zombi grupları trafiğin durmasına yolda yürüyenlerin bir süre hiç bir yere gidememesine neden olmuşlardır. Yapılan şikayetler sonucu katılımcılar geri çekilmiştir. Dünyanın 50 büyük şehrinde yapılan etkinlikler sonucu 2008 yılının 28 Ekim günü Dünya Zombi Günü olarak anılmıştır. Tam sonuçlar belirlenmiş olmasa da 32 şehirde 7500'ün üzerinde katılımcının etkinlikte bulunduğu belirtilmiştir. Olay haftalık televizyon programı olan The It's Alive Show tarafından yaratılmış ve organize edilmiştir.

Aynı zamanda Monroeville caddesi rekoru 1341 katılımcıyla kırılmıştır. 30 Ekim 2008'de Grand Rapids, Michigan'da dünyanın en kalabalık zombi yürüyüşü yapılmıştır. Resmi olarak 3370 kişi olsa da 4000'in üzerinde katılımcı olduğu sanılmaktadır. Aynı zamanda bu topluluk yerel gıda bankalarına yemek bağışı yapmıştır. Zombie Squad gibi organizasyonlar genelde bilinci artırmak ya da kazanılan paranın toplum yararına kullanılması (daha çok kan bağışı) için yürümektedir.

Bunun yanı sıra küresel açlığı durdurmak için gıda bankalarına yemek bağışları da yapılmaktadır. Eğlencelik bir aktivite olarak başlayan Zombie Walk kısa bir süre içinde büyük bir kitleye yayılmış ve artık dünyada binlerce kişi tarafından katılım gösterilen bir etkinliğe dönüşmüştür. Dünyada yapılan ve yapılması planlanan yerler arasında şimdilik Amerika dışında Brezilya, Kanada, Rusya, Hollanda, Avustralya, İngiltere , İsveç, Almanya İzlanda ve Finlandiya gibi ülkeler bulunmaktadır.

Zamanla bilinçlenen kitle, bu eğlence amaçlı aktiviteyi toplum yararına dönüştürmeye de başlamıştır. Ama tabii ki ne kadar yararı ve zararı olduğu tartışmaya açıktır. Kimi kesimler, dünyada birçok sorun varken böyle bir anlayışın sokaklara yayılmasını protesto etmekten geri kalmamıştır. Yine de dünyanın en ilginç kitlesel hareketlerinden birine dönüşen bu etkinlikle ilgili daha fazla bilgi almak istiyorsanız sitesini inceleyebilirsiniz.

Kaynak: Hafif